Eleştirel düşünür olmak isteyenlerin en değerli sermayesi zihnidir. Onu canı gibi korumalıdır. Modern yaşam bilinci örten, farkındalığı azaltan, eleştirel düşünmenin, zihinsel canlılığın önüne geçen, kişiyi sürünün birbirine benzeyen koyunları gibi edilgen, etkisiz ve yeri doldurulabilir bir nesneye çeviren pek çok bastırıcısı vardır. Bu bastırıcıları tanımak onlardan sakınmak için yararlı olacaktır. Bu yazıyı bunların çoğunu deneyimlemiş ve zararına tanık olmuş biri olarak yazıyorum.
- Alkol, uyuşturucu ve benzer maddeler. Ne kadar vurgulasak az. Uyuşturucu maddelerin az da olsa çok da olsa beyne nasıl kalıcı zarar verdiğini açıklayan sayısız kaynak vardır. Bu tür zevk ve bağımlılıklarla ilgili olarak şunu ayrıca belirtmek gerekir: Kişinin kendini tutup uzak durması bir şey, bunları artık çekici bulmaması başka bir şey. Uzak durabiliyorsanız sizin için bir sonraki aşama bunları artık çekici bulmamak olmalıdır. Çünkü asıl yıkıcı olan yaşama ara vermek, beyni tatil etmek düşüncesidir. Zihnimizi tatile çıkarmamızı gerektiren bir tasarımımız yoktur, asıl bilincine varmamız gereken budur.
- Psikiyatrik ilaçlar. “Bilim” diye yutturulan psikiyatri başlı başına bir modern çıldırmadır, ayrı bir başlıkta uzun uzun incelemek gerekir. Tıbbın başka hiç bir alanında insanlar hastalık bahanesiyle, hasta numarası yaparak, hasta sayılmaya can atarak ilaca erişim elde etmeye çalışmazlar. “Hasta”nın bu davranışının nedeni uyuşturulmak ve çözemediği sorunların, kaldıramadığı gerçeklerin, anlayamadığı verilerin etkisinden kurtulmak, karar verme sorumluluğundan kaçmak isteğidir. Gerçek dünyayla kavgalı olduğunuz ölçüde gerçeği tanıma ve sahteyi ayırt etme yetiniz örselenecektir. Kimi ilaçlar öyle hasar bırakıyor ki zarar sıralamasında madde bağımlılığının hemen ardından ikinci sıraya koyuyorum. Eğer bir eleştirel düşünür olmak ile mutlu olmak (sandığınız şey) arasında bir seçim yapmanız gerektiğini düşünüyorsanız diyecek bir şey yok. Daha ilk yazılarda belirtmiştim, eleştirel düşünebilmenin ilk ve en büyük koşulu istemektir.
- Televizyon ve sinema. Bunlar gerçek dünyaya verilen aralardır. Salt yeni bir şey öğrenmek, eleştirmek veya insanların nasıl uyuşturulduklarını anlamak için, yani izleyici koltuğundan değil izleyiciyi de izleyen bir üçüncü koltuktan ve çok sınırlı, bilinçli ve kontrollü olarak tüketilmelidir. Bunun ötesi beyni uyuşturur. Ne yazık ki kişinin televizyonla nasıl aptallaştığını fark edebilmesi için en az altı aylığına izlemeyi bırakmasından başka bir yol yoktur; yazarak anlatılacak şey değildir. Bir uzaylı, televizyon ve sinema tüketimini “bile isteye uyuşturulmak ve aptallaşmak isteği” olarak tanımlayabilirdi. O denli şiddetlidir. Üçüncü sıradan daha aşağı koyamıyorum. İnternet televizyonu olan “streaming” hizmetini da buna kattığımı söylemeye gerek yok.
- Sosyal medya. Elinizde tuttuğunuz o cam, 1984 benzeri distopya filmlerinde herkesi sürekli gözleyen bir kamerayla ve sürekli dinleyen bir mikrofonla donatılmış televizyonların gerçekleştirilmiş biçimidir. Orwell’in tasarısının uygulaması o kadar başarılı oldu ki insanlar kendi tutsaklıklarının parasını kendileri ödüyorlar. Mahremiyetlerini ve dolayısıyla bağımsız düşünme yetilerini kendi elleriyle, üstüne para vererek kaybediyorlar. Telefonlar sosyal medya denen uyuşturucunun kana karışması için sıcak ve nemli bir ortam sağlamıştır. Dakikada bir konu değiştiren, sürekli bir şeylere tepki vermesi istenen kişi aslında önemli hiç bir şey hakkında hiç bir şey düşünemez duruma gelir. Yargıda bulunacak enerjisi kalmaz. Yargılarının güç aldığı bir sabiti, sürüklenmesini önleyen bir çıpası kalmaz. Önceliklerini unutur. Edilgen olur. Evrenin sırrını verseniz alamayacak, anlamayacak, umursamayacak duruma gelir. Sosyal medya insanlığın ürettiği en üst düzey, en kusursuz, mücadele etmesi en zor uyuşturucudur. Diktatör olsaydım profesyonel futbol liglerinden önce sosyal medyayı kapatırdım. Düşünemez hale gelmiş bir toplumda zaten istesek de demokrasi olmayacaktır.
- Gazete, dergi. Televizyon ve sinemayla karşılaştırılabilir. Yalnızca amaçlı olarak, sınırlı tüketilmelidir. AVM veya süpermarket gibi düşünebilirsiniz. Ne aradığınıza önceden karar verin, girin ve yalnızca onu alarak oyalanmadan çıkın. Bunu yaparken de şunları bilerek yapın: Gazete bizi büyük resimden uzaklaştırır, önemsiz ve geçici olana odaklar. Yavaş yavaş ısınan suyu haber vermez, yalnızca kurbağanın öldüğünü söyler. Gerçeğin bir bölümünü sistemli ve kasıtlı olarak örterek gerçeklik algımızı çarpıtır. Olgularla yorumları çorba edip içirerek kendi yargımızı vermemizi engeller. Düşünceye yönelik üretim yapan çok azı dışında dergiler de aynıdır. En çok satan dergiler çoğunlukla eğlence içeriklidir. Özellikle mal ve haz bağımlılığına adanmış olanlar dergi piyasasında büyük yer kaplar. Süreli yayınları izlerken yabancı orduların telsizini dinliyormuş gibi olmalıyız. Çoğu gereksiz gürültüdür; arada değerli bilgi parçaları yakalayabiliriz; bolca yanıltmaca ve şifre vardır.
- Bilgisayar oyunları. Televizyon ve sinema gibidir. “Bağımlı” olup olmamak fazla bir şeyi değiştirmez. Bağımlılığın sınırı kelliğin sınırı gibidir. Hangi noktadan sonra bağımlı sayılacağınızın sayısal bir ölçüsünü koyamayız. Öyleyse ne denli az, o denli iyi diyebiliriz. Fizik simülasyonu yapan ve teknik olarak gerçekçi birkaç oyun çocukların ve gençlerin eğitiminde kısa süreli olarak kullanılabilir. Bunun ötesi zihinsel yetilerimizi güçlendirmez, zayıflatır. Üzerinizden gerginliği atmak için oynama alışkanlığını çoktan edindiyseniz sizin için en iyisi çok kısa oturumları olan dövüş oyunları olabilir. Bütünüyle kurtulamıyorsanız süreyi kısaltın.
- Spor taraftarlığı. Hep “yaşamın zevklerinden” olduğu söylenir. Oysa alkol de, hafif uyuşturucular da yaşamın zevklerindendir. Taraftarlık gerçek bir aptallaşma ocağıdır. En aklı başında, iyi eğitim almış saydığınız yetişkinlerin birer çocuğa dönüştüğüne tanık olmak ibret vericidir. Karşınıza oturtup ciddi olarak konuşturabilirseniz size şunu söyleyecektir: “Günlük yaşamın hayhuyundan uzaklaşıyorum, stres atıyorum.” Stres atma dediği şey aslında tutarsız olduğunu gördüğü ve kafa yorup iyileştirmek istemediği yaşamının gerçek sorunlarından kaçıştır. Bu da zaten uyuşturucunun tanımıdır. Spor toto, at yarışı, sayısal loto gibi şeyler de uyuşturucudur.
- İşkoliklik ve meşgullük. Yaşamına anlam veremeyen pek çok insanın kaçıp sığındığı yapay, yalan bir dünyadır. Yaşamı iş ve özel yaşam olarak ikiye ayırmak, özel yaşam için farklı, iş için farklı bir aklın ve ahlakın yaratılmasıyla sonuçlanmıştır. Sözgelimi özel yaşamın gerçeklerine katlanamayan kişi, iş yaşamını genişleterek özel yaşamı yok etmeye, böylece olumsuz duyularını uyuşturmaya çalışır. Çocuk doğuran çalışan sınıf kadınlarının çocuklarını bakıcıya bırakmaları buna bir örnektir. İnsanın zekasının veya değerinin yapılan ekonomik üretimle eşleştirilmesi buna bir örnektir. İnsanın gerçek düşünceleriyle baş başa kalabildiği, gerçek bir entelektüel tartışma yapabildiği nadide anları bile “boş oturma” sayması buna bir örnektir. Yerçekimi yaşamın her yerinde aynı kuralla etkili oluyorsa akıl ve sağduyu da öyle olmalıdır. İşkoliklik aklı ve sağduyuyu bastırır, kişiye düşünmeden yaşayabileceği sanrısını gördürür. Kişi, işinde kaybolarak düşünme ve tutarlı olma zorunluluğundan kurtulur. işkoliklik “zamanım yok” bahanesine sığınarak yaşamın büyük ve anlamlı sorumluluklarından kaçma kapısı açar. Zalim egemenlerin sevdiği türden üretken aptallar, yararlı köleler üretir. Karısını sevenin birkaç yıl, işini sevenin ömür boyu mutlu olacağı tavsiyesi pek yaygındır. Buna karşılık düşünmeyi sevmenin nasıl bir aydınlanmaya ve doyuma kapı açacağını hiç duymuyoruz.
- Reklam. Telefon veya bilgisayar ekranının kenarında çıkan banttan tutun cadde panolarına, yüzüne bakmak zorunda olduğunuz kişilerin tişörtlerinden, çantalarından tutun otobüslerin tutamak demirlerine kadar kentin her yerinde zihnimiz saldırı altındadır. Reklamlar sürekli bir şeyler söyler ve bunların istisnasız hiçbiri bizim iyiliğimize değildir. Reklamlar bizim yalnızca tüketici olarak değil; algımızla, duygularımızla oynayarak insan olarak davranışlarımızı değiştirir. Ürün ve hizmetleri alalım veya almayalım, reklamdan olabildiğince sakınmamız gerekir. Cadde panolarından bakışlarınızı çevirin. İnternet tarayıcınızda reklamları otomatik engelleyen eklentiler kullanın. Reklam mesajlarını engelleyin. Otobüs ve tren içindeki reklamların üzerini örtmek vandallık değildir, yapabiliyorsanız yapın. İlle televizyon izleyecekseniz, televizyonda reklam varken sesini kapattığınız gibi görüntüyü de kapatın. Teknik olanak varken reklamların otomatik olarak sesini kısıp görüntüsünü karartacak televizyonların hala piyasaya çıkmamış olması sizin de midenizi bulandırmıyor mu?
- Moda. İnsanları koyunlara çeviren çok tehlikeli bir kavramdır. Yalnızca giyim, mobilya, mimari ve tasarım değil, sözcükle ifade edilen her şeyi kapsıyor. Koyun gibi başkalarını beyinsizce taklit etme davranışı sürdürülürse, “kullanılmayan organ zayıflar” yasası gereği yargılama yetileriniz körelir. Elbette ölçü anahtardır. “Herkesin” ne yaptığı veya neyi normal saydığı güvenilir bir ölçü değildir. Çünkü hatırlayın, çoğunluk eleştirel düşünemiyor ve siz düşünebilen azınlıktan olmak istiyorsunuz.
- Mal bağımlığı. Madde bağımlılığının görece hafif ve biraz daha saygın, görece kabul edilebilir bir biçimi sayılabilir. Ölçüsüz ve amaçsız koleksiyonculuk, saplantı derecesinde bilgisayar, elektronik eşya veya araba merakı, ev güzelleştirme, kendini güzelleştirme vb. meraklar zihinsel yetilerinizi öldürmese bile potansiyelinizi ziyan eder. Düşünsel ve duygusal alışkanlıklarınızı değiştirir. Yaşama bakışınızı derinleştirmez, sizi olgunlaştırmaz. Tersine sizi sığ ve yüzeysel yapar, büyük resmi görmenizi engeller. Endüstri oligarşisinin hepsi birbirinin aynısı olan ve müşteriye aynı sinsi tuzağı kuran ürünleri (telefon, araba…) yarıştıranların içine düştükleri acınası durum mal bağımlılığının zihinsel zararının kanıtıdır. Bu kişilerin bu ürünlerin arkasındaki kötülüğü görme ve yargılama seçenekleri yoktur çünkü bu zevklerinden vazgeçmeyi artık göze alamazlar.
- Modern kentli uyku döngüsü. Bu son iki madde diğerlerinin yanında görece önemsizdir. Hafta içi işe gitmeden hemen önce kalkmak, belki kahvaltıyı atlamak, akşam 11:00, 12:00, belki daha geç yatmak… Hafta sonu daha başka, daha kötü. Bunu bırakın. Çiftçiler gibi her gün düzenli olarak güneşle veya güneşten önce kalkın. Uyanma ve uykuya dalma saatleri güneşe göre simetriğe yakın olmalıdır. Bir “biyolojik saatin” olduğuna inanıyorsunuz, beyninizin saati olduğuna neden inanmıyorsunuz? Düzenli uykunun ve erken kalkmanın zihinsel yararlarıyla ilgili yayınlanmış tanıklıklar, popüler kitaplar ve sayısız bilimsel yayın var.
- Şeker. Şeker insanın ihtiyacı olan bir besin değildir. Şeker tadı insana olgun meyveyi ve balı yedirmek için evrilmiş bir duyudur. Rafine şeker kullanarak bu duyuyu kötüye kullanıyor, karaciğerimizi, bağışıklık sistemimizi ve beynimizi zayıflatıyoruz. Şekeri azaltmanın veya sıfıra indirmenin fizyolojik olduğu kadar zihinsel yararıyla ilgili buraya alıntı yapamayacağım kadar çok bulgu var.
Bu listeyi falanca dinin “günahlar” listesine benzetmiş olabilirsiniz. Bu rastlantı değildir. Temiz ve doğru düşünebilme yetisiyle ahlaki olarak arınma çabası arasında koparılamaz bir bağ var. Ve fakat ahlaki arka planınız ve seçimleriniz ne olursa olsun, bir eleştirel düşünür veya bağımsız düşünür olmak istiyorsanız bu gerçekler değişmeyecek.
“Şeker tadı insana olgun meyveyi ve balı yedirmek için evrilmiş bir duyudur.” Bu kısmı açabilir misiniz?
BeğenBeğen
son iki madde hariç, diğer maddeler için geçerli ayetler ve tefsirleri:
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Bakara-suresi/24/17-20-ayet-tefsiri
BeğenBeğen
Bunlar daha çok bahçeyi temizlemeye benzetilebilecek öneriler. Temizlediği ve haşereden kurtardığı bahçeye ne ekeceği kişiye kalmış. Ateizm veya hümanizm veya teizm yolunu seçse de bağımsız ve doğru düşünmek için yapılması gerekenler değişmiyor.
BeğenBeğen