Eleştirel düşünme sitesinde neden böyle bir sayfa olduğunun yanıtını Kuram bölümünde ve Sözcükler etiketiyle yazdıklarımda bulacaksınız. Burası yazıların eklendiği bir bölüm değil, tek bir sayfa olarak duracak. Ara sıra güncelleyebilirim.
İçindekiler
Doğu – Batı – Türkçe Denklikleri
Cahil Sözcükleri, Çeviri Türkçesi, AKP’nin Uydurduğu Sözcükler
Yanlış Şirket ve Marka Adları
Bugün Olsa Verilmeyecek Markalar
Arapça Takıntısının Günümüze Ulaşan Sonuçları
Yanlış Okunan Türkçe Sözcükler
Yazılış-Okunuş Çelişkileri
Arapça Sanılan veya Arapçasıyla Karıştırılan Sözcükler
Televizyon-Roman Çevirisi Türkçesi
Türkçenin Gerilemesinin Nedenleri
Doğu – Batı – Türkçe Denklikleri
Bu sözcükler yakın dönem Türklerin düşüncesinin köklenmiş bir ot gibi nasıl orada oraya savrulduğunu gösteren bayraklardır. Sol sütundaki aynı şeyin Arapça ve Farsça’dan ithal eski adı, orta sütundaki aynı şeyin Batı’dan ithal yeni adı, sağ sütundaki ise aynı şeyin eskiden beri var olup unutulmuş veya yeni türetilmiş Türkçe adıdır. Dışarıdan gelen yeni bir düşünceyi kendi yaşam biçimimize, kendi bölgesel koşullarımıza, kendi düşünsel kalıtımımıza uyarlayamıyorsak (ki bu uyarlama etkinliğine bütünüyle reddetmek de dahildir) zaten yararlı olmayacaktır. Konuşmayı öğrenmiş her insan sözcüklerle düşünür. Temiz düşünemeyen eleştirel hiç düşünemez. Sözcükler yap-boz gibidir ve her dil toplumunun kendi yap-boz çerçevesi bulunur. Dilimizdeki karşılığını bulamadığımız veya türetmeyi reddettiğimiz her yabancı sözcük resmi bozar ve okunamaz hale getirir.
Doğulu /Eski Yabancı | Batılı Yeni Yabancı | Yerli |
mesele | problem | sorun |
ahlak | etik | tin |
mukavele | kontrat | sözleşme |
içtimai | sosyal | toplumsal |
mevki | lokasyon (uyduruk sözcük) | konum |
usul | metot | yöntem |
raf, vitrin (Fransızca) | stand | sergen, ayaklı raf |
tuş (Fransızca) | buton | düğme |
hücum | atak | saldırı |
irsî | genetik | kalıtımsal |
tecrit | izolasyon | yalıtım |
alet | aparat | aygıt /gereç |
mütecaviz | agresif | saldırgan |
seyyar | mobil | gezici /taşınabilir |
nazariye | teori | kuram |
ilistir (Rumca) | filtre | süzgeç |
hakikat | realite | gerçeklik |
mefkure | ideal | ülkü |
batıni | ezoterik | içrek |
sofa | salon | ayvan |
billur | kristal | kırılca |
katip | sekreter | yazman |
teferruat | detay | ayrıntı |
ekipman | kit | takım |
müsamaha | tolerans | hoşgörü |
nahiv | sentaks | sözdizimi |
ziynet | süs (Farsça) | bezek |
rakam | numara | sayı |
hars | kültür | ekin |
miğfer | kask | tolga |
unvan | titr | san |
matbuat | medya | basın |
pederşahi | patriarka (uyduruk sözcük) | ataerkil |
şey’î | objektif | nesnel |
mensucat | tekstil | dokuma |
dürbün | vizör | bakaç |
nokta | puan | benek |
Cahil Sözcükleri, Çeviri Türkçesi, AKP’nin Uydurduğu Sözcükler
yol haritası: İng. road map özentisidir. Tasarı, plan, çoklu plan anlamındadır. Rastgele kullanılıyor.
kırmızı çizgi: İng. red line özentisidir. Ödün vermeyiz, katlanmayız anlamındadır. “Yayalar kırmızı çizgimiz” denmez; anlamsızdır. Geçilemeyen, ödün verilemeyen, katlanılamayan şey yayaların nesidir, belli değildir.
eylem planı: İng. action plan özentisidir. Ayrıntılı tasarı anlamındadır. Yol haritası gibi rastgele kullanılıyor.
vesayet: Gidenden, ölenden kalanı üstlenmek anlamındadır. Cumhuriyet’in olumlu mirasını küçümsemek ve karalamak için de bu sözcüğü kullananlar var. 2000’ler öncesinde çoğunlukla yerinde kullanılırdı.
sivil: AKP güruhu kendilerinden olan veya müttefikleri olan her şeyi anlatmak için bunu kullanır. Kendilerinden olmayan veya Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmişini çağrıştıran, o geçmişe sahip çıkan hemen her şeyi dışarıda bırakarak onların sivil olmadıkları iması yaparlar. “Vesayet”in yeğenidir.
pozitif ayrımcılık: İng. positive discrimination çevirisi; “kara ışık” gibi bir şeydir. Her türlü haksız düzenlemeyi meşru göstermek için kullanılabiliyor. Kullanımların onda dokuzu bunun ne olduğunu bilmeden, düşünmeden, ezbere savrulan laf kalabalığıdır.
kentsel dönüşüm: İng. urban regeneration /urban redevelopment özentisidir. Kentsel yıkımdır; “pozitif ayrımcılık” gibi karşılık geldiği şeyi iyiymiş gibi anlatır. Yoksulların evlerini yıkıp onları kent dışına kovmaya kentsel dönüşüm denir. Neyin neye dönüştüğü biraz da sizin anlayış derinliğinize bağlıdır. Şantiye tabelalarına yazılan “koruma-yenileme-yaşatma” sözcükleri de aynı oyunun devamıdır.
promosyon: Kampanya ve özendirme anlamlarındadır. Yalnızca ticari bağlamda kullanıma girmişken AKP bunu kamu hizmetleri bağlamında da kullanmaya başladı. Sözcüğün yalnızca Batılı kökenini düşünecek olursak anlambilimsel olarak yanlış değil ama yanlış izlenim yarattığı ve bürokratların kavram dünyasını açığa çıkardığı için önemlidir.
lansman: Fr. lancement bozmasıdır. Başlangıç, başlatma demektir. “Başlatım mı, ıyy Türkçe ne kadar iğrenç bir dil!” AKP bunu tıpkı promosyon gibi kamu hizmetleri bağlamında kullanmaya başladı. Kamu hizmetiyle ticareti karıştırdıklarını gösterir, düşünce dünyalarına açılan penceredir. Bir de “lansman toplantısı” diyeceği yerde “lansman” deyip geçenler zaten uyduruk olan bu sözcüğün iyice laçka olmasına neden oluyorlar. Tanıtım toplantısı diyen düzgün kişiler hâlâ var.
aynen: Türkçede “evet” diye bir sözcük var! Yeni kuşak unutmuş görünüyor. Aynen denmez, evet denir. Aynen tıpatıp, tıpkısı anlamına gelir. “Malı getirdin mi?” sorusuna “tıpkısı” diye yanıt verilmez. Bir kaç yıl sonra Türkçe kitaplarına “aynen” ve “hayır” sözcüklerin birbirinin karşıtı olarak yazılması gibi utanç verici bir rezaletle karşılaşmamak için bu sözcüğü herkesin ağzından silin.
TV ünitesi: Bildiğin televizyon sehpası. Kapıcıya “apartman görevlisi” demek gibi bir şey. Tiivii diye okumak da yaraya tuz…
dom kamera: İş kollarına ait sözcükleri sıralasak bitmez. Türkçe bilen kalmayınca kimse yaptığı işin terimlerini de öğrenmiyor. Oysa dili zenginleştirecek olan, sözcük türetecek olan meslek erbabıdır, TDK değil. Bilgisayar, sünek, elcik, sunta (suni tahta) gibi pek çok sözcüğü meslek erbabı türetmiştir. Dome (İng.) kubbe demek. “Kubbe kamera” olmalıydı.
rant: Bir değerin emek verilmeden sağladığı kazanca denir. Emek vererek ve katma değer üreterek sağlanan kazanç için de kullanılıyor, yanlıştır. “Yemekhane rantını hileli yemek ihalesiyle yandaşlarına yedirdiler” denmez.
yoga matı; mauspet: Türkçede var olmayan uyduruk sözcükler olmaları bir yana, aslında eşanlamlı veya yakın anlamlı iki İngilizce sözcük (mat, pad) farklı şeyler anlatıyormuş gibi algılanıyor. Biz ikisine de altlık diyorduk. Yoga altlığı, fare altlığı olmalıydı. Şilte, yastık, paspas da olabilir.
LGBT: Eşcinsel karşılığı yeterliydi ama cahiller ve bozguncular düzgünce anlaşmamızı engelliyorlar. Dönmeler de kategori olarak eşcinseldir. İkisi dışında bir sözcüğe gerek yoktu. Bunun bir sözcük bile olmamasına hiç girmiyorum.
trans birey: Bildiğin dönme. Bilgi veya zeka düzeyin düşükse onun yerine “trans birey” de, bilelim. Çingene yerine roman, zenci yerine siyahî, fahişe yerine seks işçisi diyerek önyargıları kıramazsınız, ancak dili bozarsınız. Konuşarak anlaşamaz hale gelince de kavga ederiz.
adına: “İçin” yerine kullanılması yanlıştır. “Sorunu çözmek adına” adım atılmaz, sorunu çözmek için adım atılır. “Çözülsün diye” de diyebilirsiniz.
noktasında: Bununla ilgili, hakkında, bağlamında anlamında kullanılıyor. “Adına”da olduğu gibi, Türkçede böyle bir sözcük yok. Nokta ilgi belirten bir sözcük değildir. Ancak sözün geldiği yeri kast ederek nokta denebilir. “Sorunu çözme noktasında” adım atılmaz. Doğru kullanıma örnek: “Kolay Sudoku ile başladıysanız kısa bir süre sonra bu bulmacalarla hızlı bir şekilde baş ettiğinizi fark edeceksiniz. Bu noktada orta düzey Sudoku’ya geçebilirsiniz.”
kapsamında: “İlgili” veya “gereğince” veya “için” anlamında kullanılmaya başlamıştır, yanlıştır. Örneğin “Covid-19 kapsamında nefes almak yasaklanmıştır” denmez. Covid-19 gerekçesiyle /gereğince denmelidir. Veya “Covid-19 yasakları kapsamında nefes alınmayacaktır” doğrudur. “Kadına şiddetin önlenmesi kapsamında erkeklere sövülecektir” yanlıştır. “Kadına şiddetin önlenmesi için erkeklere sövülecektir” doğrudur.
tüketmek: Türkler suyu içerler, yemeği yerler. Tek sözcük kullanmaları gerekiyorsa yalnızca yerler. Besinler tükensinler diye değil yarasınlar diye varlar. Türkler “yarasın” derler çünkü yaramama olasılığını bilirler. Sözcükteki tüketicilik iması bizi kapitalist düşünme şablonlarına yaklaştırır. Yarardan çok yok etmeye yapılan vurgu amaçlılık bilincinin aşınmasına işarettir. Bu da kendi adına düşünmek isteyene, eleştirel düşünmek isteyene zarar verir.
rezidans: Bildiğin malikâne karşılığı. Sözcük geçmişte yalnızca elçi konutları için kullanılıyordu. Konak demek yerine Fransızcasını kullanmak da ayrı bir cahillikti. Cahillik şimdi katlandı. “Obez apartman” veya “görmemişin apartmanı” demeyi öneriyorum.
Gladyo: NATO’nun yapısal bir bileşeni olan örgütün resmi adı olan Operation Gladio’dan gelir. Sovyetler’in gerçek bir tehdit olmadığının anlaşılmasını, sosyalist fikirlerin yayılmasını engellemek ve komünistlerin teröristler oldukları izlenimi vermek amacıyla çalıştığı tartışmaya yer bırakmayacak biçimde açığa çıkmıştır. Ama herkes eleştirel düşünür değildir ve efsanelerle gerçekleri birbirine karıştırmaya meraklı çok kişi vardır. Bu yüzden AKP döneminde Ergenekon gibi hayaletler, cinler ve periler ve Gülen cemaati Gladyo’la bağlantılı gösterilmiştir. Sözcük neredeyse tür ad (cins isim) düzeyine düşürülmek üzeredir. Bu yüzden listeye aldım.
kozmopolit: Batı’da da yeni kullanıma giren, çok yolculuk ettiği için yalama olup ulusal-kültürel niteliklerini yitiren kişiler veya bu kişilerden oluşan ortamlar için kullanılan sözcüktür. İstanbul’da turist otobüsüyle düğün otobüsünü, gökdelenle varoşu, yarı çıplak kadınla ve çarşaflı kadını yan yana görmemiz orayı kozmopolit yapmaz. Öte yandan Londra kozmopolit olabilir çünkü otobüsü süren, sokağı süpüren, yemeği pişiren, masaya getiren, krediyi veren, krediyi alan; hepsi ayrı coğrafyadan ve etnik kökenden gelmiş olabiliyor.
aparat: Aygıtların adını bilmedikleri eklentilerine cahillerin verdiği joker addır. O eklenti ne yapıyorsa onu söyleyeceksiniz, aparat diyerek hiçbir şey anlatmıyorsunuz. Adaptörse adaptör, tutucuysa tutucu, mandalsa mandal, ayar koluysa ayar kolu, dönüştürücüyse dönüştürücü, eklentiyse eklenti, ne işe yaradığını bilmiyorsan gereç… Türkçede aparat diye bir sözcük yoktur. Piç sözcüktür. Türk Dil Kurumu bile bozulduğu için bu sözcüğün tanımında mavi ekran vermiştir: “Herhangi bir aracın çeşitli amaçlarla kullanılmasını sağlayan parçaları.” Gereci tanımlamış, farkında değil.
efsane: Çok beğenilen şeye efsane denmez. Bir şeyin efsane olması için kuşaklar uzaklığında eski bir öyküye konu olması gerekir. Mecaz kullanımda bile gerçek anlamına gönderme yaparak kullanılması gerekir.
banyo almak: İng. taking a bath /having a bath’in kötü çevirisidir. Türkçeyi filmden, diziden, Youtube’dan öğrenmeyin. Türkler banyo almazlar banyo yaparlar, duş almazlar duş yaparlar. Veya yalnızca yunarlar, yıkanırlar.
konuşlandırmak: Eski Türkiye’nin Türkçeyi temiz kullanmaya çalışan ordusunun türetimlerinden biridir. Uçan, yani hareket eden şeyler konarlar, askeri birlik gibi. Hareketsiz şeyler konmazlar, dolayısıyla konuşlanmazlar da. Örneğin binalar için kullanamazsınız. Binalar ancak konumlandırılabilirler veya yerleştirilebilirler.
araç: Motorlu taşıt anlamında kullanıldığında yanlıştır. Onların adı taşıttır. Araç daha genel bir sözcüktür. Bir nesnenin araçlığını anlatacaksanız nesne demez, araç dersiniz. Bir aracın taşıtlığını anlatacaksanız taşıt dersiniz, araç değil. Taşıtınız bir arabaysa araba dersiniz, taşıt değil. Geneli ve üst kümeyi değil, alt kümeyi anlatan sözcüğü kullanırsınız. Hükümetlerin Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yersiz kullanma ısrarlarıyla halk kullanımına da girmiştir.
bekleme yapmak: Türkler beklerler, bekleme yapmazlar. Trafik polisinin cahil olmasından size ne? Merak ediyorum, “araçlar bekleme yaparken” Türk Dil Kurumu Emniyet’i neden hiç uyarmadı?
heyecan yapmak: Türkler heyecanlanırlar, heyecan yapmazlar.
panik yapmak: Türkler telaşa, yoz Türkler de paniğe kapılırlar. Hiç biri panik yapmaz.
park yapmak: Türkler park ederler, park yapmazlar.
toplu taşım aracı /havaalanı yolcu taşıma aracı: Bildiğin otobüs. Türkçe özürlü belediye başkanlarının armağanı. Uçak çalıştırıyor olsalar “uçan yolcu taşıma aracı” diyeceklerdi galiba. Ayrıca hiç söylenmeyeceği, konuşulmayacağı bilinen bir sözcüğü salt yazmak amacıyla türetmekte bazı sakıncalar var.
duble yol: Böyle bir sözcük yoktur. Karayolları’na torpille yönetici olmuş biri mi yoksa Başbakan kendisi mi uydurdu, bilmiyorum. Doğrusu bölünmüş yoldur.
battıçıktı: Kaptıkaçtı, fırdöndü, biçerdöver gibisinden güncel bir türetmedir. AKP döneminde türetilmiş olabilir. Köprülü kavşaklarda yer düzeyinin altında bulunan taşıt yolları için kullanılıyor. MSWord altını kırmızı çizer ama sözcükte yanlış hiçbir şey yoktur! Evet, doğru türetme örneği olarak listeye ekliyorum. Türkler tümden zombiye bağlamadılar, isterlerse sözcük türetebiliyorlar. Peki neden türetmiyorlar?
servis: Cehalet özel ödülüne layık sözcüktür. Kendi başına belirli hiçbir anlamı yokken Amerikan servis /servis peçetesi, işyeri servisi, oto servisi ve servis dışı /servis sağlayıcı olmak üzere hiç ilgisi olmayan en az dört ayrı şeyi anlatmak için kullanılıyor. Hepsinin de Türkçesi vardır veya kolayca türetilebilir.
sel felaketi: Onun adı seldir. Kedi hayvanı, İstanbul şehri, ceket giysisi, elma meyvesi denmez.
konsept: Gavur dillerinde “kavram” anlamına gelir, başka bir şey değildir. Biçim, düzen, tarz, anafikir, tema, slogan gibi ilgili ilgisiz bir sürü anlamda kullanılıyor, yanlıştır. Soyut bir “aparat” oldu neredeyse.
tefeci: Banker sözcüğüyle aynı anlamdadır. Banka, banker, tefeci; üçü de aynı şeydir. Tefeci büyük olasılıkla parayı veya altını üst üste yığmak anlam çağrışımlı çok eski bir sözcüktür. Yirminci yüzyılda bankaların gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçası olmasından sonra aynı işi banka dışında yapanlara tefeci denmeye devam edilmiş. Modern çağa özgü bir inanış vardır; yasal olmayanın kendiliğinden kötü olduğu varsayılır. Bu inanış da üstüne eklenince banka kavramına yüklenmeyen kötü çağrışımlar tefeci sözcüğüne yüklenir olmuş. Bu yüzden bu sözcük zaman zaman algı yönetimi amaçlı kullanılır. Örneğin yazar kasası ve POS makinası olan kişilerin verdiği faizli borç yasa dışı yapılırken adını “POS tefeciliği” koymuşlar ki sevimsiz olsun. Gerçekte POS tefeciliği, bankanınkinden daha düşük faiz oranıyla verilen borçtan başka bir şey değildir.
borç: “Kitap” sözcüğü içeriği değil biçimi, daha doğrusu sözü taşıma ortamını anlatır. Şiir, öykü, roman gibi kurgu ürünlerine de kitap diyoruz, bilgi veren ürünlere de kitap diyoruz. Sözcüğün niteliği anlatmıyor ama biçimi anlatıyor olması bizim düşüncemizi yakından etkiliyor. Kitap okumanın erdemlerinden söz ediyoruz; oysa kullanma kılavuzu okumanın bir erdemi yoktur. Kitapta olduğu gibi, faizsiz borç ve faizli borç sonuçları bakımından ve ahlaki açıdan çok farklı şeylerdir ama ikisine de borç deriz. “Borçlu” kişinin faiz yükü altında olup olmadığı belirsizdir. Borçlar Yasası faizliyi de faizsizi de düzenler. Banka kredisinin yiğidin kamçısı olduğu yanılgısı ortaya çıkmıştır. Ve düşüncemiz daralmıştır.
umarsız: Sözcüğün “umursamazlık” anlamında yanlış kullanıldığını görüyorum. Çaresiz, umutsuz demek. Umamıyor yani.
paylaşmak: “Bakan veriyi sosyal medya hesabında paylaştı.” Paylaşmadı, açıkladı. “Köşe yazarı yeni bir yazı paylaştı.” Paylaşmadı, yazdı. “Yeni şarkısının klibini sevenleriyle paylaştı.” Klibi yayınladı, şarkıyı da satışa çıkardı. Hiç şöyle bir cümle görüyor musunuz: “Koç Holding yeni bir fabrika paylaştı.”
konformist: Konfor düşkünü anlamına geldiğini sananlar var. Yakaladınız mı boş geçmeyin, düzeltin.
regli: Anadillerinden iğrenen kadınlar aybaşı veya âdet demek yerine Fransızca regl sözcüğünden yamultma olan bu sözcüğü kullanmaya çalışırlar. Türkçenin ses yapısına uymadığı ve dilleri dönmediği için sonuna bir ünlü ekleyerek “regli” yaparlar. “Regliyim” gibi. Ama bu i, adın -i hali olan i midir, Latin dillerindeki -i (-y) takısı mıdır, sözcüğün kendi harfi midir, karışır gider. Tek bir yanlış sözcük seçimiyle dilin hem anlambilim yanına hem de ses yapısı yanına zarar verilir.
çakışmak: Bu sözcük sapına kadar Türkçe olmasına karşın çatışmak veya çelişmek anlamlarında kullananlar gördüm. Örtüşmek demektir, çatışmayla ilgisi yoktur. İki kişinin çıkarının “çakıştığı” yerde işbirliği olur, sevinç olur, gerginlik olmaz.
baldır: Türkler konuşmayı bayağı unutmak üzereler. Artık vücut parçalarının bile adlarını bilmez oldular. Baldır diye diz ile ayak bileği arasına veya buradaki kas yumrusuna denir. Bacağın üst yarısına ise uyluk denir.
ultra lüks: Lüks lükstür. Lüksü kendi içinde derecelendirmeye başladığınızda bunun sonu gelmez. Kayan bant gibi sürekli yeni sözcük bulmak zorunda kalırsınız. Emlakçı milleti Türkçemizin ırzına geçmekte pek heveslidir. Zamanında sonradan görme müşteriye “lüks” sıradan görününce “süper lüks” demeye başladılar. “Süper” sözlüklere yeni girmişti. Sonra müşteri kendini padişah sansın diye “ultra lüks” demeye başladılar. Ama Türkçede “ultra” diye bir sözcük yok. Şimdi sonradan görmelerin sayısı artınca padişah olmak da kesmiyor, “mega lüks” demeye başladılar. “Mega”nın Türkçe olmaması bir sorun, Yunancada yükseklik değil büyüklük bildirmesi ayrı bir sorun. “Süper” üstün; “ultra” ise öte demek. “Mega lüks” ile dilin mantığını terk ettikleri gibi pop kültürden bildikleri sözcükleri de tükettiler. Bir sonraki sözcük ne olacak, bekliyoruz. Gerçek lüks ürünleri tüketen zenginler ise bu mallara “lüks” bile demezler. Çünkü gerçek lüks tüketicisini böyle saçma sözcüklerle kandıramazsınız.
lavabo: “Ben bir lavaboya geçeyim.” Onun adı lavabo değil, ayrıca ona geçmek değil gitmek denir. Otur, sıfır! Bu sözcük kayan bantların belki en hızlısıdır. Türklerin tuvaletle ne derdi var anlamıyorum. Ayakyolu gibi güzel bir sözcük dururken yerine hela, onun yerine apteshane, onun yerine yüz numara, onun yerine tuvalet, onun yerine lavabo, onun yerine…? “Lavaboya gitmek” için izin isteyenleri “lavaboya işeme ayı gibi, orada tuvalet var” diye bozun. Sözcüklere kullan-at bardak muamelesi yapmayın. Bu suça ortak olmayın.
rol model: Birincisi terimin Türkçe karşılığı olan örnek kişi kullanılırsa iletişimin doğruluğu açısından daha iyi olur. İkincisi, bu bir belirtili ad tamlamasıdır. Rol modeli denir. İngilizcede belirtili tamlama yoktur. İngilizceden yarım yamalak bilgiyle ithal edilen sözcükler ve tamlamalar Türkçeye bir değil iki kez zarar veriyor.
türban: Sözcük Fransızcadır. Cahiller Doğu’ya özgü bir giysiye nasıl oldu da Fransızca ad koydular? Çünkü cahiller. Türban sarık demektir. Erkek sarığından esinlenerek kadın baş örtüsü tasarlayan Fransız modacılar üzerinden bu sözcük, yöresine göre yazma, yeldirme, yaşmak, değirmi olabilen başörtüsüne ad yapıldı. Yani sözcük bugünkü Hindu ve Sih erkeklerinin bağlama biçimini anlatıyor. Eğer 1960’larda ortaya çıkan ve kentli cemaatlerin yaygınlaştırdığı, Ortodokslardan esinlenmiş bağlama biçimi kast ediliyorsa onun adı sıkmabaştır. Herhangi bir bağlama kast ediliyorsa başörtü veya başörtüsü denmelidir.
yapay zeka: Din gibi, özgürlük gibi, değişim gibi anlamsız nurtopu gibi yeni bir sözcüğümüz oldu. Her gün bir sürü haber ve makale. Hiçbiri yapay zekanın ne olduğunu tanımlamıyor. Doğrudan konuya dalıyor. Hiçbirimiz yapay zeka görmedik, önünden geçmedik, sesini duymadık, kullanmadık. Ne olduğunu bilmiyoruz. Tanık olduğunuz şey cin gibi, peri gibi herkesin hakkında konuşup durduğu ama kimsenin ne olduğunu bilmediği, herkesin kafasında farklı bir çağrışım kümesi oluşturan bir hurafenin inşa sürecidir; iyi izleyin.
ambalajlı gıda: Böyle bir gıda sınıfı olmaz. Elmayı dalından koparır, kağıda sarar, kasaya koyarsanız ambalajlı olur. Ambalajsız kardeşine hâlâ denktir. Çoğu yazar ve konuşkan bu tamlamayı sakıncaları bağlamında işlenmiş gıda anlamında kullanıyor. Öyleyse işlenmiş veya işlemden geçirilmiş denmelidir. Hangi işlem diye sorulacak olursa mühendislik işlemi diye özetlenebilir. Anımsayalım, gıda mühendisliği diye bir meslek var. İşlenmiş gıdanın sakıncalısını da sakıncasızını da yaratan odur.
Türkiye: İngilizce’de Turkey’in aynı zamanda hindi anlamına gelmesinden gocunan hükümet, uluslararası yazışmalarda Türkiye adını kullanmaya başlayarak memlekete eşi görülmemiş büyüklükte bir hizmette bulundu (!). Ana dilini adam gibi kullanmak çabasında olan eleştirel düşünürler buradaki saçmalığı görmeliler. Dikkat ettiyseniz hayvanın adı hindi. Bu da Türkçede bir başka ülkenin adı. Çünkü bu hayvanın Türkiye’ye Hint’ten geldiği düşünülmüş ve Hintli anlamında Hindî denmiş. Gavura da Türkiye’den gittiği için hayvana “Türkiye kuşu” demişler. Turkey’i Türkiye’yle değiştirmeye çalışmak hem başarısız olmaya mahkum bir hamle hem de dilsel olarak işgüzarlık ve cahilliktir. Bir kere bu ülkeye yabancıların ne diyeceğine bu ülke karar veremez. Hindistan Bombay kentinin adını Mumbai yapmış olabilir, bu onları bağlar. Ben yine “Bombay” derim, bu benim bileceğim iştir. İkincisi; Türk sözcüğünün sonuna getirilen -iye eki Türkçe değildir. Türkiye adı Avrupalıların, öncesinde Arapların ve/veya Haçlı ordularının bu ülkeye verdikleri adın büyük ünlü uyumuyla okunuşudur. Ortada bir hata varsa ülkenin adını “Türkiye” koyarak onların adlandırmalarını kabul etmektir. Bu hatadan dönmenin bir yolu varsa o da ülkeye Türkçe bir ad koymaktır. Türkeli veya Türkili olabilir. Bunun dışındaki değişiklikler cahil tribünleri eğlemektir.
Türkiyeli: Kendilerinden nefret eden Türkler ve onlardan nefret eden Türkçe konuşan Gayrimüslimler ve Batılılar bu sözcüğü uydurdular ve basının gücüyle dolaşıma soktular. Bunlardan birine soracak olsanız “Amerikalı demiyor muyuz?” der. Amerikalı denir denmesine de Amerikan diye de bir sözcük yerine denir. Fransalı, İngiltereli, Almanyalı, Japonyalı denmemiştir hiç bir zaman. Ama Çinli, Vietnamlı, Hollandalı denir çünkü onların yerine geçecek sözcükler türememiştir. Yani bu ulusların adları dilimizde yoktur. Oysa Türk ulusunun adı dilimizde vardır. Türk yerine Türkiyeli demek zaten Türk olduğunu unutmak üzere olan günümüz kuşağının aklını iyice karıştırmak amaçlıdır. Bir üstteki başlıkta açıkladığım bilginin ışığında bu sözcük bir kez daha vahimdir. Çünkü bu ülkenin Türkçe adı olması gereken Türkili veya Türkeli’ye uygulandığında ne kadar budalaca bir adlandırma olduğu göze görünecektir: Türk -> Türkeli (Türklerin yaşadığı yer) -> Türkelili (Türklerin yaşadığı yerli)
motamot: Fransızca mot à mot özentisidir. Türkçede böyle bir sözcük yoktur. Mot “sözcük”, à “–e” anlamına gelir. Kelimesi kelimesine, harfi harfine, noktası virgülüne demeniz gerekir.
sertifiker: TC Tarım Bakanlığı’nın uydurduğu sözcük. Fransızca certificateur veya İngilizce certifier veya Almanca zertifizierer yerine Türkçe karşılık üretmek yerine bu piç sözcüğü bir yerlerinden fışkırtmışlar. Kimse de dememiş ki “aga bu nedir, Fransızca değil, İngilizce değil?” Türkçeyi ilkokul düzeyinde bile güçlükle konuşabilen 550 kişi de yasaları bu sözcükle onaylamış. Frankenstein yaratığı veya Sinek (1986) filmindeki yarı sinek yarı insan yaratık bile bu sözcükten daha soyludur çünkü kaynağı bellidir. Ama bu sözcüklerin kaynağı belli değil. Bu yaralı zihinlerin hayal dünyalarında “yabancı sözcükten Türkçe sözcük yapma kuralı” diye bir şey mi var acaba? Ama olmadığı belli. Peki, evrende daha önce hiç var olmamış bu sesler nereden geliyor? Bilen varsa bildirsin lütfen.
antrak kalmak; dedike; taşere etmek: Oğlum kim uyduruyor bu sözcükleri? Bunların üredikleri bir mağara, lağım çukuru falan mı var, oradan mı yayılıyorlar fareler gibi? Batı’dan alıntı desek alıntı değil, türetim desek o da değil. Hasta mısınız, hiçbir dilde böyle sözcükler yok!
Yanlış Şirket ve Marka Adları
Digiturk, CNNTurk, Turkcell, Turknet: Türkçe yazıldığı gibi okunur. Türk şirketine gavurca ad koymak ayrı konu ama “Turk” yazıp “Türk” okuyamazsınız. “Turk” yazan uluslar “Türk” diye okumazlar. İkincisi, sözcüğün yarısını Türkçe yarısını gavurca telaffuz edemezsiniz.
CNNTurk, Habertürk: Bunlar her ne kadar ad tamlamasından bozma gibi dursa da sıfat tamlaması ima edilmiştir. “Türk Loydu” dediğimiz gibi “Türk CNN’i” diyebiliriz, kurallıdır. Türkçenin kuralı niteleyiciyi önce söylemektir. “Türk” niteleyici, “CNN” ise nitelenen addır. “CNN Türk” demek “elma kızıl” demek gibi oluyor. Kanalların adları TürkCNN (piç yazıma göre TurkCNN) ve Türkhaber olmalıydı. “TazeDirekt” sitesinin adında da aynı hata var.
Bugün Olsa Verilmeyecek Markalar
Demirdöküm, Arçelik, Aygaz, Anadol, Murat 131, Tofaş (Türkiye Otomobil Fabrikaları AŞ), Şahin, Doğan, Kartal, Toros, BMC Yavuz, BMC Fatih, Lassa (lastik ve Sabancı), Petlas (petrokimya ve lastik), Necipbey Briyantinleri… Bunlar bir zamanlar Türkçe konuşmaya çalışan bir toplumun iyi kötü kullandığı ve hiç alay konusu edilmemiş markalarıdır. Bugün tüketiciye üretim yapıp da markasına, şirketine, ürününe Türkçe ad veren şirket kalmadı. Bakkal bile dükkanına Türkçe ad koymaya utanıyor; bayağı ve aşağılık buluyor. İtine bile Türkçe ad koyan kalmadı. “Karabaş”ı “Blackhead”den daha gülünç yapan hiçbir şey olmamasına rağmen. Bunların içinde bir de yurtsever geçinenler var…
Kızlı Sardalya adı bugün yeni veriliyor olsa feministlerin abuk subuk yorumlar yapacakları kesindir. Çoğunlukla arabayı kartvizitle karıştıranların müşterisi olduğu BMW’yi ithal etmek üzere Borusan diye bir şirket bugün kuruluyor olsa Onedio, Ekşisözlük gibi nefret yuvalarında ve sosyal medya batağında epey dalgası geçilirdi. Böyle bir ortamda yerli şirket olan Monster Bilgisayar’ın ürünlerine eski Türk efsanelerindeki canavarların adlarını vermesi ilginç. İlginç olmasına acayip de. Çünkü markanın kendisi “canavar” değil “Monster”… İTÜ’nün çalışkan çocukları uluslararası yarışmaya katılmak üzere güneş enerjili araba yapıyorlar ve arabaya koydukları ad “Aruna”. Türk tarihinden alınabilecek, politik mesaj verebilecek, bilinen bir tarihsel olaya gönderme yapabilecek Türkçe özel adlar varken; binlerce hayvan, kişi, yer adından biri veya Monster’ın yaptığı gibi canavar adlarından biri seçilebilecekken İbranice ve Hintçe bir ad seçiyorlar. Çünkü kendilerinden nefret ediyorlar.
Bugün kahraman çizgi romanları çiziliyor ve okunuyor olsaydı Karaoğlan, Kara Murat, Yüzbaşı Volkan adlarının sevilip tutulma olasılığı yok gibidir. Yabancı çizgi roman veya film kahramanlarının Temel Reis, Baytekin, Örümcek Adam, Yarasa Adam, Fatoş-Basri, Güngörmüşler adlarıyla Türkçeleştirilmesinin artık olanaksız olmasının nedeni küreselleşme falan değil, halkın Türkçe bütün adları aşağılık ve ucuz bulmasıdır. Bütün bunlar Türklere kendilerinden nefret etmelerinin öğretilmiş olmasındandır. Bir etnik topluluğu tanımlayan birinci ve en önemli nitelik dildir. Bir toplumun kendinden nefret ettiğinin en kestirme göstergesi diline nasıl davrandığıdır. Bunun eleştirel düşünmeyle ilgisi yeterince açıktır aslında. Eleştirel düşünenler kaçınılmaz olarak sözcüklerin doğru kullanımına dikkat edeceklerdir. Türkçeyi iyi kullanmak isteyenler de asgari bir eleştirel düşünme yetisini ister istemez geliştireceklerdir. Doğru sözcüklerle konuşmak, doğru iletişim kurmak, anlaşabilmek, tartışabilmek, fikirleri yarıştırabilmek, felsefe yapabilmek hemen bugün icat edivereceğimiz bir makineyle başarılacak bir iş değildir. Bu makine tarihsel olarak zaten var ve hiçbir toplum başkasının makinesini kullanamaz. Bir çocuğun “anamın babamın dilini değil başka dili konuşayım” demesi ne kadar olanaklıysa bu da o kadar olanaklıdır. Bunun milliyetçilikle, duygusallıkla zerre kadar ilgisi yoktur. Türkçeyi düzgün kullanıp korumak bütünüyle akılcı, faydacı bir çabadır. Türkçe düşmanlığının öbür izlerini Sözcükler etiketiyle yazdığım yazılarda dağılmış olarak bulacaksınız.
Konu silah geliştirmek olunca ürünün ulusallığının belli olması gerektiği düşünüldüğü için Türk silahlarına Anka, Bayraktar, Akrep, Yörük, Atak, Sungur, Gökdeniz, Gökdoğan, Gökbey, Atmaca, Hürkuş, Siper, Hisar gibi Türkçe adlar veriliyor. Yanılgı şurada ki, o boş yere hayran olup durduğumuz gavur, geliştirdiği silahla da, ticari ürüne de aynı güdülenmeyle, aynı duyguyla kendi dilinden ad veriyor.
Meraklısı Mustafa Uyal’ın yıllar önce bir otomobil dergisinde markalarda yabancı dil özentisiyle ilgili yazdığı makaleyi buradan indirebilir.
Arapça Takıntısının Günümüze Ulaşan Sonuçları
“Ke” harfini “ka” diye okuyanların bulunması Dil Devrimi’ni sindiremeyenlerin mirasıdır. Arapça kaf harfi yerine “ke” sesli Latin harfi kullanılmaya başlanınca ikisinin arasında tuhaf bir “ka” sesiyle okumaya başlamışlar. PKK’yi doğru okuyanların çoğunlukla Kürtler olması ne tuhaf.
Yalın haldeki “kitap”ı “kitab” yazanlar da aynı güruhtur. Bunlar yabancı bir sözcüğün okunuşuyla birlikte geçmesinin olanaksız olduğunu bilmeyen dilbilimden habersiz kişilerdir. Kimisi p ile biten her Arapça sözcüğün b’ye çevrilmesini aslında her p’nin b olması gerektiği mesajı olarak anlıyor olmalılar ki, yüzde yüz Türkçe sözcüklerdeki son p’yi de yok ediyorlar. “Gelip” yerine “gelib” yazanlar var…
Sözcük ortasında kesme imi (apostrof) kullanılması Arapçadaki harekelerin ve Ayn harfinin varlığını belli etmek için başlamıştır. Bunlar aslında yeni Latin harflerini iyi anlamamış kişilerdir. Osmanlıcada zaten Arapça sözcüklerin Arapça asıl halleriyle mi yoksa Türkiye’de okunduğu gibi mi yazılacağı konusu karışıkmış. Kimisi Arapça sözcükleri bire bir Latinleştirmeye çalışmış ama bu yanlıştır. Kur’an veya san’at yazımı yanlıştır. Çünkü her Türk bunları ulayarak okur. Duraklayarak okumak zaten Türkçenin söyleyişine aykırıdır, çok yorar. Söylediğiniz gibi yazmalısınız.
Arapça kökenli sözcüklerde uzatılmayan seslilere şapka konması Arapça elif harfinin varlığını belli etmek için yapılmaya başlanmıştır. İman sözcüğünü herkes iiman diye okur. Ama kimisi imân veya îmân biçiminde kısa seslinin üzerine uzatma işareti koyarak yazar. Yanlıştır. Kısa okuyorsanız kısa yazmalısınız.
Camii, Bayii, Sanayii
Bu acayip sözcüklerin varlığı bu ülkede Türkçe bilen kalmadığının kanıtıdır. Ayasofya Camii denmez, Ayasofya Camisi’dir. “Camii” acayipliği Selçukluların ve Osmanlıların okumuş kesiminin Türkçeyi aşağılık bulup yarı Arapça yarı Farsça konuşmaya başlamalarının mirasıdır. Eskiden camiler adlandırılırken Arapça adlandırma kuralına göre cami başa, ad sona konarak yapılırmış. “Camii Ayasofya” gibi. Bu durumda caminin sonundaki fazladan –i Arapça ilgi eki olan –i’dir. Yani Arap aslında “Camisi Ayasofya” der, mantık aynıdır. Bayii ve sanayii de aynı acayipliğin, aynı cahilliğin ürünüdür. Koskoca (!) üniversitelerimiz bile “… Kampüsü Camii” diye tabelalar koyuyorlar. Üşenmedim, kiminin dekanına yazıp düzeltmelerini söyledim. “Böyle yerleşmiş, düzeltemem” diye yanıt geldi. Öğretim üyesi düzeltemiyor. Peki. Ama sonra düzeltmek için biz diplomasızlar kolları sıvadığımızda “siz kimsiniz ki profesörden daha iyi bildiğinizi öne sürüyorsunuz” demesinler.
Yanlış Okunan Türkçe Sözcükler
Evet, Türkçe yazıldığı gibi okunmasına rağmen ne yazık ki böyle bir şey var. Bunun nedeni uzun seslilere sahip diller olan Arapça ve Farsça’nın yarattığı tahribattır. Bu dillerden geçen sözcükler Türkçe karşılıkları yeğlenmediği veya türetilmediği için konuşma dilimizi doldurmuştur. Her sözcüğün tek tek kökenini bilemeyen, bilmesine olanak olmayan kişiler neyi uzun neyi kısa okuyacağını doğal olarak karıştırırlar. Sonuçta uzatılmaması gereken ama uzatılan sözcükler listesi ortaya çıkar.
daahi: Eski Türkçede “ve”, “ile”, “bile” anlamındaki “dakı” sözcüğü “dahi”ye evrilmiştir. Üstün yetenekli anlamındaki Türkçe öke yerine Arapça dâhi konuşma diline girdiği için ikisi karıştırılır olmuştur.
yaarın: Türkler sabah ışığını yarılan tohumdan fışkırana benzettikleri için sabaha “yarın” demişler. Yığın, akın, tütün, ekin türetimleri de benzerdir. Pek çok dilde olduğu gibi bu anlam ertesi gün anlamına kaymış.
haayır: Bu yanlışta Arapçada iyilik anlamına gelen “hayır”ın ve dublajlı filmlerdeki “Nooooo” karşılığı olan “Haaayııır”ın katkısı ne kadar olmuştur, bilemem.
haatun: Kadınla aynı sözcüktür. Hatun/katun atasından türemiştir. H ile başladığı için bir çok kişinin bunu Arapça veya Farsça sandığına eminim.
hanım: Çok büyük olasılıkla yönetici, kağan anlamındaki “han”, evin kadınına yakıştırılarak “benim kağanım” anlamında türemiştir (feministler çaktırmayın; “erkek egemen” efsanesine devam). Aruz veznine göre yazılmış kimi şiirlere bakılırsa haanım biçiminde okuyor olmaları olasıdır. Belli ki bu yanlış düzelmiş, doğru okuyuş yeniden baskın olmuş.
Haanı Cihan Bilmemkim Han: Hanım düzelmiş ama bu düzelmemiş. Han Türkçedir, uzatıp durmayın.
Buğraa, Kayraa: Türkçe kişi adları uzatılmaz. Öz çocuklarına yabancı adlar vermeyi gelenek edinmiş bir ulusun düştüğü gülünç durumdur.
benzerii: Sonundaki i harfi Arapça ve Farsçanın ilgi anlamındaki ekiyle karıştırılır. İsmin –i halidir yalnızca.
ivedii: Bunun bir Türkçe sözcük olduğunu bilmeyenler bile var. Hızlı yapılan işe ivedi, hızlı yapana ivecen denir.
yabaani: Yaban Türkçe sözcüktür. Türkçe sözcüklere Arapça veya Farsça ek getiremezsiniz. Türklerin kafası o kadar karışmış ki Türkçe sözcüğe Arapça ek getirince Arapçanın önceki seslinin uzaması kuralını uyguluyor ve ikinci A’yı uzatıyorlar. İki uzun sesli Türkçe söyleyişe çok yabancı olduğu için de ikinci uzunu okumuyorlar. Yabanıl demeniz gerekir. Yaban deseniz de olur, hem ad hem sıfattır. yaban tavşanı = yabanıl tavşan
elaa: Türkçe olduğu bilinmeyen bir başka sözcük. Ala ile aynı sözcüktür. Uzatırken bir hata yapıldığı gibi L ince okunarak ikinci bir hata yapılıyor. Hanımefendi, çocuğunuzun gözü ala veya ela renk, elaa renk değil.
aarii: Her kim Türkçe temiz, katıksız anlamındaki “arı” sözcüğünü Arapça ve Farsçada Aryan ırkını anlatan “Arî” sözcüğünü karıştırdıysa ona lanet olsun. Arı demek isterken aarii diyenden geçilmiyor ortalık. Bu karmaşa Nazilerin temiz, katıksız Aryan soyunu tanımlamaya çalıştıkları metinlerden yapılan kötü çevirilerle ortaya çıkmış olabilir, bilemiyorum. Arapça çıplak anlamına gelen, avratla aynı kökten türeyen “arî” sözcüğü ile karıştırılmış olması da muhtemeldir. Türkçeye uzun ünlülerin karıştırılmasının ne pahalıya patladığını bir kez daha görüyoruz. Çünkü uzun ünlülü sözcükle kısa ünlülüsü birbirine girmiş durumda. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarım bakanlığı “arı” diyeceği yerde “ari” diyor, yasalar, yönetmelikler, tebliğler bu uyduruk sözcükle çıkarılıyor. Bir ülkenin yöneticilerinin ilkokul düzeyinde dil dersine muhtaç olmaları utanç vericidir.
vaar etmek: Bu okunuş nereden türedi bilmiyorum. Herhalde Arapça ve Farsça sözcüklere boğulduğu için hızını alamayıp vaazındaki Türkçe sözcükleri de uzatarak okuyan hocalardan çıkmıştır diye fikir yürütüyorum. “Yeri göğü vaar eden…” diyenin ağzına biber sürün, bir sonrakinde acısını hatırlar ve düzeltir.
taarikat /tariikat: Bu sözcük Türkçe değil. Ama sözcüğün Arapça aslı bile kısa okunurken yanlışlıkla uzatanların olması bu dillerin Türkçe okunuşa nasıl zarar verdiklerini gösteren iyi bir örnek. Katil-kaatil ikilisinde olduğu gibi, aynı harflerle yazılan ama biri uzun biri kısa okunan iki ayrı Arapça sözcük bulunması durumunda, köken sözcüğün bunlardan hangisi olduğunu bilmemiz gerekiyor. Gerçekçi değildir.
Iırak: Tarikat gibi, Arapça adı Irak’tır, Iırak değil.
Paaris: Bütün dünya Paris diyor, siz niye uzatıyorsunuz?
seksii: İngilizce/Almanca/Fransızca sexy bozmasıdır. Batılı bir sözcük olması bilinmesine rağmen uzatarak okuması çok acayiptir. Fettan, yosma vb. Türkçe sözcükleri bayağı bulan Gayrimüslim İstanbul gazetecilerinin uydurmuş olması olasıdır. İlk kez basılı olarak gördükleri sözcüğü nasıl okuyacağını bilemeyen kişiler Arapça mı sandılar da uzattılar, bilemiyorum.
alfaabe, avokaado: Seksii gibi doğu kökenli olduğu mu sanılıyor acaba?
cadı, çini: Bunlar aslı uzun sesliler içerdiği halde Türkçenin büyük ve küçük ünlü uyumu kurallarına uydurularak kısa okunmaya başlanan Arapça/Farsça sözcüklerdir. Asılları cadii/caadii ve Çiniidir. Bütün uzun ünlülü yabancı sözcüklerin böyle dönüşüm geçirmesi gerekirdi. Doğrusu budur. Ama bu iki sözcüğe uygulanan kısaltma ne yazık ki her Arapça ve Farça sözcüğe uygulanmamış.
Yazılış-Okunuş Çelişkileri
mail, fast-food vb: Bunlar can çekişen, kollarından, ayaklarından çarmıha çivilenmiş Türkçenin göğsüne sapladığınız çuvaldızlardır. Türkçenin yazıldığı gibi okunma kuralını da bozduğumuzda “bu Türkçedir” dedirtecek pek bir şey kalmayacak. Meil, festfud yazın veya e-posta, hamburger deyin. Doğal olarak birincisini yaparsanız bu sözcük nedir, açıklamanız gerekir.
restaurant, cafe: “Restoran”, “kafe” okuyorsanız restoran, kafe yazmalısınız. “Restaurant”, “cafe” yazıyorsanız restaurant, cafe okumalısınız. Türkçede restaurant, cafe diye sözcükler yoktur. Daha eski olan lokanta ve kafeterya sözcüklerini kullanmıyorsanız en azından doğru yazın.
AIDS: Eskiden aidis diye okuyanlar varmış ki doğrusu budur. Eids demek istiyorsak eids yazmalıyız. Kısaltmak istiyorsak Edinilmiş Bağışıklık Eksikliği Sendromu’nın baş harflerinden kısaltmalıyız. Bir kısaltma ya sözcükmüşçesine seslendirilir veya harfler ayrı ayrı okunur. A, i, d, s okunabilir, aids diye okunabilir. Ama eids diye okumak Türkçenin kuralına aykırıdır.
CIA: Aynı nedenden dolayı siayey okunuşu yanlıştır. Sia okunuşu görece doğrudur. En doğrusu cia diye okumaktır. Tiivii (TV), siidii (CD) ve diiviidii (DVD) okunuşları da yanlıştır.
F16 (uçak): Ef on altı diye okunmaz. Fe on altıdır. Ef sikstiin okunması bile daha doğrudur. Yarısı Türkçe yarısı gavurca okunmaz.
Formula bir yarışı, ef bir düğmesi: Aynı hata… Formül bir veya formula van; fe bir veya ef van okunmalıdır.
Covid-19: Böyle yazılıp “kovid on dokuz” okunmaz. Böyle okumak istiyorsanız Kovid 19 yazın. İtiraf ediyorum, bu hatayı ben de yapıyorum. Çünkü arama motorları “Kovid-19″u bilmiyorlar. 19’suz biçimini Kovid olarak yazıyorum.
Arapça /Farsça Sanılan veya Karıştırılan Sözcükler
yakiinen: “Arı”nın başına gelen “yakın”ın da başına gelmiştir. Bir şeyi yakından tanırsınız. Yakiinen tanıyamazsınız. Yakiinen veya yakınen diye bir sözcük hiçbir dilde yoktur. Arapça yakin bambaşka, ilgisiz bir sözcüktür.
gidişat: Doğrusu gidiştir. Yanlıştır ama anlatmak için söylüyorum; Arapça ek kurallarına göre git kökünden gidiş anlamında bir ad türetmeniz gerekseydi “gidat” demeniz gerekirdi.
ayrıyeten: “Gidişat”tan beter. Yalın Türkçe “ayrı”ya bir değil iki Doğulu ek birden ekleyerek ırzına geçmişler. “Ayrıca” demelisiniz.
fizikii, coğrafii, istatistikii: Bu Batılı sözcükler Türkçeye alındığında bütün türevlerini yapmaya yetecek Türkçe ek vardı. –Sel ekinin kökeni tartışmalı olsa bile salt okunuşunu düzelttiği için fiziksel ve istatistiksel demek gerekir. “Coğrafyasal” kullanıma girmediği için coğrafi demek zorundayız ama uzatmak zorunda değiliz.
elastikii: Coğrafiiden farkı iki saçmalığın bir arada bulunmasıdır. Elastik zaten lastiksel, lastiğimsi anlamındadır. Bir –i daha ekleyerek lastikselsel, lastiğimsiğimsi demiş oluyorsunuz.
elastikiyet: İki yanlış ek bir arada… Elastiklik denmelidir.
Avrupaaii: Arap böyle demiş olabilir, sana ne oluyor? Avrupalı, Avrupamsı, Avrupacıl türetilmelidir.
diraayet: Okunuşunda bir yanlış yok. Bu Arapça bir sözcük ve yetenek, zeka anlamına geliyor. Dahi ve daahinin karıştırıldığı gibi bunun direnmekle ilgili olduğunu sanan çok kişi var. Dirençle hiçbir ilgisi yoktur. “Halk TV’nin deneyimli yayın ekibinin ve gazeteci konukların dirayeti sayesinde program devam etti.” Bu cümlede Gazeteciler Cemiyeti sözcüsü, saldırıya uğrayan gazetecilerden söz ediyor (Türkçeyi hepimizden iyi bilmesi gereken kişiler bunlar).
derunî: Farsça “derun” sözcüğü derin anlamına gelmez, iç anlamına gelir. Derunî, içsel demektir. Derin sözcüğü Türkçedir.
girizgah: “Gir”le ve “girmek”le hiç bir ilgisi yoktur. Farsçada sığınak demektir. Edebiyatta ise ilk bölüm değil ikinci bölüm demektir. Hayır, galatı meşhur evla değildir. Yanlışı sürdürmek ahmaklıktır. Girişten söz edecekseniz “giriş” deyiniz.
Televizyon-Roman Çevirisi Türkçesi
yooo!: Zalim çevirmenler İng. “Nooooo!” karşılığı olarak salt dudak hareketleri uysun diye bunu yaptılar. Yo, ünlem olarak kullanılmaz.
ooo!: İng. Oh! karşılığıymış gibi çevrilmeden bırakılması nedeniyle bu ünlemi kullanmaya başlayan Türkler türedi. “Ups!” diyen Türk bile gördüm. Ünlemler düşünerek söylenen şeyler değil diye düşünürüz ama duyma, maruz kalma sıklığı o otomatik tepkiyi vermek üzere beyni hazırlıyor. Bebekken de konuşmayı yalnızca dinleyerek öğrenmedik mi…
uuu!: İngilizce konuşanların hayranlık veya heyecan belirten ünlemidir. Türklerin böyle ünlemleri yoktur. Daha doğrusu, hayranlık belirtileceği zaman uuu denmez. Of, vay, aman falan denir.
döneceğim: Dönmeyeceksin, geri arayacaksın. Türkler bir yere gidince dönerler. Telefonu kapatınca bir yere gitmiş olmadıkları için geri arayınca “dönmüş” olmazlar.
yapıyor olacağım: İng. will be doing –future continuous tense özentisidir. “Yapacağım” demek yerine bunu diyenlerin ilkokul ve sonraki diplomalarını iptal etmek ve okula geri göndermek gerekir. Belli ki Türkçede zaman kipleri konusunu dinlememişler. Türkçede gelecek zaman çekimi “yapacağım”dır. “Yapıyor olacağım” yapısı mümkündür ama bunu kullanmanızı gerektirecek durumlar çok çok enderdir. İngilizce biliyorsanız “will be doing”in de “will do” yerine kullanılmaya başlandığını ve bunun da İngilizcenin bir bozulması olduğunu fark etmiş olabilirsiniz. Bu sefil yanlışlığın kökeni hakkında yararlı bir okuma: https://web.archive.org/web/20210302193138/https://finansteknik.blogspot.com/2014/10/plaza-dili-nedir-plaza-dili-klavuzu.html
kendine iyi bak: Bunu bir Türk ana-baba çocuğunu okula, kampa, askere vb. gönderirken söyleyebilir. Yani kendine bakmayacağından korkulan birine söylenir. Emanetlerle ilgili olarak “çocuğuma iyi bak”, “koyunlarıma iyi bak” da denir. Normal koşullarda bir kişi arkadaşına kendine iyi bakmasını söylemez. Ağızlara sakız olmasının nedeni Amerikan filmlerindeki “take care” kalıbının kötü çevirisidir. Doğru çevirisi “Allah’a ısmarladık”tır. “Kendine dikkat et” de olabilir.
Tanrım!: Türkler “Allah’ım!” der. Allah’ın Arap tanrısı olduğunu düşünen İstanbul’un Gayrimüslim aydınları çevirilerini böyle yapmayı seçmiş olabilirler. TRT ve Özen Film de onlara uyunca “Aman Tanrım”la yetişen bir kuşak çıktı ortaya. Aslında Türkler Tanrım der, bunda bir yanlış yok. Çok eski Türk şiirlerinde görüyoruz. Ama hayret ve ünlem olarak Allah her zaman baskındır. “Tanrı Tanrı!”, “Tanrım Yarabbim!”, “Tanrıma kitabıma!”, “Tanrı belanı versin!” yoktur örneğin.
nasıl hissediyorsun: Doğrusu “kendini nasıl hissediyorsun”dur. İngilizce konuşan uluslar “yourself” sözcüğünü düşürmüş olabilirler. Film izlememiş roman okumamış bir Türk’e nasıl hissettiğini sorunca “Neyi?” diye sorar.
buna ihtiyacım var: Böyle denmez. Bana bu gerek denir, lazım denir. Son yıllarda Amerikalılar “I need this” kalıbını “istiyorum” anlamında kullanmaya başladılar ki bu çeviri yanlışı düzeltilmezse bu tarafta işler iyice karışacak.
bunu yapacağım son kişisin, aklıma gelecek son şeydir vb: Gavur “X edilecek son Y” kalıbını “Y asla X edilmez, olacak iş değildir” anlamında kullanır. Türkçede bunu karşılayacak olan kalıplar kullanılmalıdır. Bu kalıpla konuşup yazmayın, bütünüyle yabancıdır.
bilmelisin, inanmalısın, yapmalısın: Türkler –meli kalıbını böyle kullanmazlar. İng. should, ought to, must, have to kalıpları bağlamına göre “bilmen gerek, inanman gerekir, yapsana, etmek zorundasın” olarak çevrilmelidir. Çevirmenin kötüsü ehliyetsiz kepçe operatörü gibidir, kırar döker.
duyduğuma sevindim: Türkler böyle bir şey demezler. “Mutlu oldum, ne güzel, gözün aydın” falan derler. Karşılığını bulamıyorsanız hiç çevirmeyin.
emin değilim: Türkçede de kullanılır ama gavur bunu yer yer “bilmiyorum, bilmem” anlamında da kullandığı için ayırt etmek gerekir. Altyazıyı okuyup “Allah Allah, emin olması mı gerekiyor ki” diye şaşırıyorsanız zaten filmin orasında eminlikten söz edilmiyordur.
günün sonunda: Gavur bunu “sonuçta” anlamında kullanır. Türkler böyle demezler.
neden böyle yapmıyorsun, neden kendisine sormuyorsun vb: Türkçesi “böyle yapsana”, “kendisine sorsana”dır. İngilizcede “yapsana” kalıbı bulunmadığı için kötü çevirmen onun buna denk olduğunu bilmez.
çay alır mısın: Türkler çayı, suyu almazlar, içerler. Kötü dizi çevirisi gibi konuşmayın.
üzgünüm: İngilizce “I’m sorry”nin yanlış karşılığıdır. Türkler üzgünüm demezler. “Afedersin, kusura bakma, özür dilerim, ne yazık ki” derler. “Sayın müşterimiz aksaklık için üzgünüz” dediğinizde bunun İngilizcesi “we are sad” olur, bu da gülünçtür.
kahretsin, lanet olsun: Yanlış değildir, Türkçede bunlar vardır. Ama çoğunlukla “Allah kahretsin” denir. Lanet olsun basit şeylere söverken değil daha çok büyük şeylere, kişilere ilenirken kullanılır.
korkarım, sanırım: Bunlardan hemen sonra cümlecik kullanılması yanlıştır. “Korkarım ki gelmeyecek”, “sanırım ki üç kişiydiler” biçiminde, -ki ekleyerek düzeltilmesi gerekir. Aslında bu kullanım da çok enderdir çünkü bunlar devrik cümledir. Türkçede yüklem sona gelir. “Üç kişi olduklarını sanıyorum” daha doğrudur, daha doğaldır. Buradaki üçüncü hata I’m afraid için her zaman “korkarım”, I think için her zaman “sanırım” kullanmanın yanlışlığıdır. I’m afraid they won’t come için çoğu zaman “gelmeyeceklerinden kaygılanıyorum” daha doğru karşılıktır. I think so yerine göre “öyle düşünüyorum” veya “öyle sanıyorum” diye çevrilmelidir. Çoğu zaman da “galiba üç kişiydiler” çevirisi en doğalıdır. Bu kalıplar ne yazık ki benim de dilime bulaşmış, hâlâ kendimi onaramadım. Kahretsin!
Türkçenin Gerilemesinin Nedenleri
Türkçe en kalabalık kullanıcısı olan ve en eski dillerden biri olmasına karşın Türkiye Türkçesi can çekişme aşamasından bir önceki aşamaya dek düşmüştür. Modern dünyanın iletişimde verimlilik ve kesinlik talebine karşın Türkler Türkçenin dilbilimcilerin nesnel olarak ayırt edilebildikleri matematiksel düzeninden yararlanamadılar. Yararlanmak ve günün gereksinimine göre geliştirmek şöyle dursun eldeki sermayeyi de hayırsız bir mirasyedi gibi ziyan ediyorlar. Dillerin nesnesi olsaydı Türkçe şu anda yanıyor olurdu.
Burası düşünmeye yönelik bir site ve düşüncenin malzemesi dildir. Dil, mantık ve hukuk yapışık üçüzlerdir. Bunlarla üç ayaklı bir masa yapılır. İki ayaklı masa olmaz. Dil kötüyken mantık ve hukuk iyi olamaz. Öbür iki ayak için de aynısı geçerlidir. Türkiye’de son yıllarda düşünce durma noktasına gelmiştir. Uzun uzadıya irdeleyecek değilim. Çok basit bir örnek yeterlidir. Yazıyı yazdığım sırada (04.07.2022) üç partinin genel başkanları yirmi yılı aşkın süredir değişmemiştir. Hem okumuş kesimde hem de “aşağı” katmanlarda düşünce durmuştur.
Düşüncenin bozulmasıyla dilin bozulması arasında tavuk-yumurta ilişkisi vardır. Düşünceyi kurtarmak isteyen dili, dili kurtarmak isteyen düşünceyi sırtlamalıdır. Bu yüzden kendini bir eleştirel düşünür olarak geliştirmek isteyen kişi anadilini tam bir bilinçle kullanmalıdır. Mecazı sürdürürsek alevi harlayanlardan değil soğutan ve söndürenlerden olmalıdır ki hatasız düşünce hem kendisine hem başkalarına isabet etsin. “Anadilimin yok olmasından bana ne” diyen biri, aptal yerine konmaktan sakınanlardan olamaz. İletişimin olmadığı yerde aptallıktan başka bir şey olmaz.
Türkçenin gerilemesinin nedenlerini kısaca şöyle sıralıyorum:
- Düşünce üretmeyi bırakmak. Felsefi, fıkhî/hukuki, bilimsel… Her anlamda.
- Yazılı ürün kullanmamak. Okumamak, yazmamak. Alışveriş listesinden türküye, duvar yazısından ansiklopediye kadar her anlamda.
- En iyisini seçmeyi, yarışmayı bırakmak. Öğrenciler, çalışanlar, politikacılar… Nicelikte değil, nitelikte karşılaştırmanın tükenmesi. Hem bireysel hem kurumsal olarak.
- Ad koymayı bırakmak. Hayvandan çocuğa, üründen işyerine, yemekten yazılıma kadar Türkler artık hiçbir şeye Türkçe ad koymuyorlar.
- Geleneksel sözleri kullanmamak. Atasözü, deyim, masal, türkü, destan, fıkra…
- Sözcük türetmeyi ideolojik bir hükümet işlevi sanmak, basın ve örgün iletişim dilini denetlemeyi ideolojik baskı sanmak. Bir başka deyişle dil devrimini anlamamak.
- Öbürlerinden ayrı bir madde olarak sayılmamalı ama “evet”i “aynen”le değiştirmek. Dünyada hiçbir toplumun dilini bu kadar temel bir anlambilimsel ve sözlükbilimsel düzeyde dinamitleyeceğini sanmıyorum.