Safsata Örnekleri

Dikkat: Bu örnekleri incelerken savların doğru olup olmadığına karar vermiyoruz. Yalnızca savın sahibinin yaptığı safsataları (mantık yanlışlarını) saptıyoruz.

 

“Kadınlar erkekte, erkekler de kadında maddiyata önem verirler. Her iki cins için de maddiyat çekicidir.”

Bu bir cinaslı safsata örneğidir. Maddiyat sözcüğü hem fiziksel nitelik, hem de para anlamına gelebilir. Ancak bu iki anlamın birbirleriyle bir ilgisi yoktur. Erkeğin aradığı maddiyat bedensel nitelik, kadının aradığı maddiyat ise paradır. İki cins için çekici olan özellikler başkadır.

 

“Hız şimdiye değin kimseyi öldürmemiştir. Çabucak durmak, öldüren budur.” Jeremy Clarkson

Bu bir çok anlamlılık safsatası. Yazar sözcük oyunu yapıyor. “Hız öldürür” sloganında “hız” ile denmek istenenin belli bir hızdan durağan duruma geçmenin yarattığı yaşamsal tehlike olduğunu biliyor, bu anlamı değiştirip hızı fiziksel büyüklüğün kendisi anlamında ele alıyor, çarpıtma yapıyor. Bu çarpıtmayı görmeyince savı doğru olarak kabul etmemiz gerekir.

 

“Sevr haritası diye bir şey yoktur.”

Teknik olarak doğru, yok. Ama Sevr’in maddelerini haritaya geçirince Sevr haritası diye bildiğimiz harita ortaya çıkıyor. Sevr haritası ile kast edilen antlaşma ile koşulları belirlenen toprak paylaşımıdır. Çok anlamlılık safsatası…

 

“Atatürk Yahudi dönmesidir. Dolayısıyla yaptığı şu, şu, şu işler yanlıştır.”

I) Adam karalama safsatası.
II) Duyguya başvurma safsatası. Yazar Yahudileri sevmeyen bir okuyucu kitlesini avlamak için okurun olumsuz duygularını tetikliyor.

 

“Cinsel tacize uğrayanlar daha çok başı açık olanlar. Başınızı örtmek sizi rahatsız edilmekten korur.”

Diğer değişkenler göz ardı edildiği için bu bir nedensellik safsatasıdır (karmaşık nedenler). Aynı zamanda bir istatistik safsatasıdır. Örneğin; tüm kadınların içinde başı açık olanların oranı, sokağa çıkan kadınlar içinde başı açık olanların oranı, iş yaşamında başı açık olanların oranı, içkili yerlere gidenler içinde başı açık olanların oranı, başı kapalı ve açık olanların içinde davetkar giyinme oranları, başı kapalı ve açık olanların yaş ortalamaları gibi. Bu verilerden yola çıkılarak hesaplanan taciz oranları arasındaki farkın da istatistiksel olarak anlamlı olup olmadığı sınanmalıdır. Bütün bu değişkenler tek tek incelenmeli ve istatistiksel olarak anlamlı olup olmadıkları bulunmalıdır.

 

“Dört yıllık sürem içinde hiç işsiz bırakmayacağım. Dört yıl sonra Tokat’ta bir kişi bile işsiz kalırsa benim yüzüme çekiçle vurun.” Cevat Atılgan, Tokat milletvekili adayı, 2011.

Yazar burada duyguya başvurma safsatasının özel bir biçimi olan sonuca başvurma safsatası (İng. appeal to consequences) gerçekleştiriyor. Seçmenin Atılgan’ın yüzüne çekiçle vurabilecek olması, onun vaatlerini gerçekleştirme olasılığını yükseltmiyor. Vaat ile sonucu arasında bir nedensellik bağı yok. Çocuğu dövmek kırık testiyi onarmaz.

 

“Ermeniler sürgünden çok önce Osmanlı’yı terk etmeye başlamışlar. Demek ki Osmanlı’da mutsuz idiler.”

Ermenilerin gidebilmeleri yalnızca gitme isteğine değil, gidebilme olanağına da sahip olduklarını gösterir. Ermenilerin gitmelerinden genel olarak mutsuz oldukları sonucu çıkarılabilir. Ancak Bu savda Türklerin veya diğer azınlıkların mutsuz olmaları ve buna karşın gitme olanağına sahip olmamaları olasılığı yok varsayılıyor. Dolayısıyla Ermenilerin öbür yurttaşlara göre daha mutsuz oldukları sonucu çıkarılamaz. Bu bir karmaşık nedenler safsatasıdır. Buna ek olarak, üstü örtülü biçimde Osmanlı devletinin Ermenilere, öbür milletlere göre daha olumsuz koşullar sağladığı ima ediliyor. Öte yandan Osmanlı’daki zor koşulların Osmanlı halkının Ermeniler dışında kalan milletlerinin sorumluluğu olduğu ve gitmelerinin onlar tarafından istendiği ima ediliyor.

 

“Düzenin değişmesini ister misin?”

Bu, soru biçiminde bir belirsiz anlatım safsatasıdır ve farklı biçimlerde sık sık karşımıza çıkmaktadır. Bu soru evet veya hayır ile yanıt vermek için yeterince açık değildir. Dolayısıyla kötüye kullanmaya son derece uygundur. Değişim kavramı A’dan B’ye bir akışı, bir gidişi belirtir. A ve B, ikisi birden tanımlanmadığı sürece bu soruya mantıklı yanıt verilemez. Soruda A ilke olarak bellidir, var olan düzendir. B belirsizdir. Soru gerçekte şu biçimdedir: “Ne olacağı belirsiz bir düzen ister misin?” Sorunun ilgilisinin aklında istediği bir düzen, tanımlanmış bir B varsa ve eleştirel düşünemiyorsa burada tuzağa düşüp evet yanıtı verecektir. Oysa soru onun istediği düzenle ilgili değil, çok büyük olasılıkla soru sahibinin istediği düzenle ilgilidir. Bu tür sorular devrim ve ayaklanma hareketlerinde, parti propagandalarında değişik biçimlerde sorulmakta ve yanıtlanmaktadır. Devrimlerin hemen hepsinin çalınmasında eleştirel düşünme eksikliğinin payı vardır. Halk hareketlerinin sonunda “biz böyle bir şey istememiştik” diyen büyük kalabalıkların olması rastlantı değildir. “Yönetim istifa” yetersiz ve anlamsız bir çağrıdır. İstifa eden yönetimin yerine kimin geçmesi gerektiği açıkça belirtilmelidir. En azından bu sloganı kullananın istifa edecek yönetimin yerine kimin, neden geçmesi gerektiğiyle ilgili iyi çalışılmış bir yanıtı olmalıdır. “Değişim” slogan olarak son zamanlarda bıktıracak denli sık kullanılmaktadır. Oysa değişim sözcüğü hiçbir politik hedefe, toplumsal ülküye veya değere karşılık gelmez. Neye doğru değişilecek, değişimle ne ortaya çıkarılacak? Düşüncenin odağı bu olmalıdır. Değişimin kendisi bir sözcükten öteye gitmediği için ne hedef olabilir, ne ilke, ne de yol.

 

“Nasıl İngilizce evrensel bilim diliyse, evrensel olan ezanın dili de Arapça’dır.”

I. Bilgi çarpıtması (dezenformasyon): İngilizcenin “evrensel” dil olduğu bilgisi yanlıştır. Dünyanın en yaygın dili hiç değildir. Ancak endüstrileşmiş ülkelerde yaygın konuşulan bir dildir. Son yıllarda internetin yaygınlaşması ve interneti açık ara en yoğun kullanan ülkenin ABD olması sonucunda İngilizce, olduğundan daha baskın görünür olmuştur. İnternette çoğunluğun ABD’li olduğu iletişim ortamlarında öbür ulusların üyeleri de İngilizceyi kullanır. Bu da bir evrensel dil olduğu yanılsamasına yol açar. Çok uluslu spor ve kültür organizasyonlarında İngilizcenin kullanılması en çok bilinen yabancı dil olmasından ve çeviri ekonomisi sağlamak içindir. Hiç bir diplomatik görüşmede ulusların temsilcilerine İngilizce dili dayatılmaz. Yabancı ülkelerdeki organizasyonlara çağrılan kişilerin herhangi bir bahaneyle anadillerinden başka bir dil konuşmaları beklenmez. Bunun tersi bir durumun gerekçesi yoktur ve saygısızlık, zorlama ve hegemonya olarak değerlendirilir. Yukarıdaki görüşü öne süren kişi bu hegemonyaya çoktan boyun eğmiş gibi görünmektedir. Bu kendi seçimidir ve görüşlerinin yanlış olmasını gerektirmez. Ancak aynı mantığı ezanın Arapça okunmasına gerekçe yapınca Arapça hegemonyasını desteklemiş olur. Arapçanın Müslüman ülkelerde süregelen baskınlığını bahane edip ezanın Arapça okunması gerektiğini öne süren kişi, İngilizcenin baskınlığı bahane edilip spor, bilim, sanat, hatta eğitim ve iş yaşamı gibi pek çok alanda kendisinden anadilini değil, İngilizce konuşması istendiğinde anadilini savunamayacaktır.
II. Kavramları karıştırma (belirsiz anlatım)/yanlış neden safsatası: Evrensellik böyle bir kavram değildir. İnsanların yüz ifadeleri, vücut dilleri evrensel olabilir. Bilim evrenseldir. Müzik evrenseldir. Ancak hiç bir dil evrensel değildir. Evrensel olan bir şey herhangi bir dilde ifade edilebilmelidir. Evrensellik budur. Bilim yapıtlarını hangi dile çevirirseniz çevirin, niteliği değişmez. Müzik notaları her yerde aynıdır. Ezan evrensel ise ezanın da bu özelliğe sahip olması gerekir. Ezanın müziği evrenseldir. Ancak sözleri Arapçaya sabitlendiyse orada evrensellikten söz edilemez. Kısaca yazar Arapça ezanı savunmak için ezanın var olmayan bir özelliğini öne sürüyor ve görüşünü desteklemek için bilgi çarpıtmasına başvuruyor.

 

“Malezyalılar dinimizi bizden iyi biliyorlar. Hacda tanıştığım altı Malezyalının hepsi de benden ve kafilemizdekilerden çok daha bilinçliydi.”

Bu bir yetersiz örnek veya temsil etmeyen örnek safsatasıdır. Yargıya varmak için elde yeterli veri yoktur. Genelleme bir istatistik işlemdir ve doğru nitelik ve nicelikte örneklem üzerinde gözlem yapmayı gerektirir. Burada yapılan genellemeleri sorgulayalım:
a) Altı Malezyalı, iki yüz milyon Malezyalı için yeterli bir örneklem midir? Bu altı kişi Malezya toplumunun değişik katmanlarından rastgele seçilmiş örnekler midir?
b) Hacca giden bir Malezyalı Malezya halkının geneli için yeterli bir örneklem midir? Hacca gitmemeyi seçen veya gitmesi engellenen Malezyalıları da temsil eder mi?
c) Savın sahibi ve yanındaki kafile Türk ulusu için yeterli bir örneklem midir?
ç) Hacca giden bir Türk ve yanındakiler Türk ulusunun geneli için yeterli bir örneklem midir?
d) Savın sahibinin kendi kafilesinde konuştuğu kişiler kafile için yeterli bir örneklem midir? Birlikte yolculuk edilip konaklanan kafileler her biriyle iyice tanışıp konuşulabileceğinden daha kalabalıktır.
Önermenin geçerli olabilmesi için bu genellemelerin hepsinin değilse de pek çoğunun doğru olması gerekir. Belirsiz ve sorgulanması gereken bir başka nokta da bu kişinin, başkalarının kendisinden daha iyi bildiğine nasıl karar verdiğidir.

 

“Partisinin grup toplantısında konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ‘Andımız’ın yazarı, Türkçe ezan zulmünün de mimarlarındandı. And uygulaması şekil olarak bugünün Türkiye’sine, dünyasına denk düşmeyen bir uygulamaydı’ dedi. Erdoğan ‘İlk ve orta okullarda and uygulaması 1933 yılında başladı. Andımız metninin yazarı tartışmalı bir isim olan doktor Reşit Galip’ti. Andımızın yazarı, Türkçe ezan zulmünün mimarlarından, Türkçe ezan metninin yazarlarındandı. Aynı Reşit Galip, insanları kafataslarına göre sınıflandıran anlayışı destekleyen sözüm ona bir bilim insanıydı. And uygulamasının cumhuriyetimizle, temelleriyle uzaktan yakından ilgisi yoktu. CHP ve MHP bu uygulamanın tarihini bilmedikleri, tarihi gelişimini okuma zahmetine girişmedikleri için istismar kampanyası başlatıp milleti yanıltma yoluna gidiyorlar’ dedi.” 09.10.2013 Posta Gazetesi

I. Erdoğan, önceki işin olumsuzluğunu, sonraki işin olumsuzluğuna kanıt yapmaya çalışıyor. Ancak her iki işin de olumsuzluğuna dair nesnel kanıt sunmuyor. Türkçe ezanın neden “zulüm” olduğunu ortaya koymuyor. Türkçe ezanın zulüm olduğu öncülünden yola çıkıyor. Nitelikli adam karalama ve dolduruşa getirme safsataları bir arada.
II. Bir işin yanlış olduğu tezine kanıt olarak işin sahibinin başka bir yanlış iş yapması gösteriliyor. Bu durumda kişinin yaptığı tek bir yanlış iş, diğer tüm işlerinin yanlışlığının kanıtı olmalı. Oysa gerçek yaşam böyle değildir. Herkesin doğru ve yanlış işleri kesinlikle vardır. Eleştiri ve yargılama kişi temelinde değil, olgular ve fikirler temelinde yapılır.

 

“Türkiye’de eğitimin kalitesi ve standardı her yerde eşit değil. Bu eşitsizliği ortadan kaldırmak için bazen ücret almadan hayırseverlerin desteğiyle özellikle Güneydoğu’da bu tür dershaneleri çalıştıran müesseseler var. O müesseseler eğitimde kısmi adalet sağlıyor. Keşke İstanbul’daki bir okulla Hakkari’deki bir okulun standartları en azından birbirine yakın olsaydı. Ama bu şuan mümkün değil. O zaman öğrencilerin sınavlara eşit olarak girebilmesi bu tür takviye eğitimlerle oluyor. Fırsat eşitsizliğinden söz ediliyor. Tam aksine fırsat eşitliği sağlıyor bu dershaneler. Çünkü zaten çok iyi okullarda çok iyi eğitim alan öğrenciler var. Onların dershaneye ihtiyacı yok.” http://www.zaman.com.tr/gundem_cengiz-hortoglu-dershaneler-firsat-esitligi-sagliyor_2168708.html

I. Konuşmacı pek çok varsayım yapıyor ve savını bu varsayımın üzerine inşa ediyor. 1) Hakkari’deki okulların hepsinin eğitim niteliğinin İstanbul’daki okullardan düşük olduğunu varsayıyor. Tartışılır. 2) Ücretsiz dershanenin ücretli dershanelerle aynı nitelikte olduğunu varsayıyor. Araştırılması gerekir. 3) Hakkari’deki dershanenin öğrencileri İstanbul’daki öğrencinin düzeyine eriştireceğini varsayıyor. Yanlış, çünkü İstanbul’daki öğrenci de dershaneye gidiyor. 4) Eğitimdeki fırsat eşitsizliğinin dershane eğitimiyle giderilebileceğini varsayıyor. Tartışılır. 5) Dershanelerin okulların eksikliğini gidermek için çalıştığını varsayıyor. Yanlış. Dershanelerin amacı ile okul eğitiminin amacı farklıdır. Dershaneler merkezi üniversite sınavını kazandırmayı amaçlarken okullar ulusal eğitim amacını gerçekleştirmeyi amaçlar. Görüldüğü gibi savın üzerine inşa edildiği öncüllerin pek çoğu yanlış, belirsiz veya tartışmalıdır.
II. Sorunu çözmek için sorunu doğru saptamak gerekli. Konuşmacı fırsat eşitsizliğinin nedenlerini aramadan çözüm sunuyor. Önce eğitimde fırsat eşitsizliğinin kendince nedenlerini sunmalı ve neden ve sonuç arasında ilgi bağı kurmalıdır. Sonrasında çözüm yolu büyük ölçüde görünür duruma gelecek ve tartışma bu görünenin çevresinde gelişecektir. Burada serbest safsata biçimleri görmüyoruz ancak yarın öncüllerinin zayıf olduğunu, bunun yanında öncüllerle çıkarım arasındaki bağlantının da kurulamadığını veya zayıf kurulduğunu görüyoruz.

 

“İsa Peygamber’in yarattığı sorun kesinlikle hesap edilemeyecek boyuttadır. Haçlı seferleri, engizisyon ve İsa adına yapılan bilmediğimiz daha neler…”

Yukarıdakine çok benzer önermelere Hristiyan ülkelerdeki tanrıtanımazlık (ateizm) propagandalarında rastlıyoruz. Bu açık bir nedensellik safsatasıdır. Bir eylemin öznesinin eylemi başkasına adaması o başkasının sorumlu olduğu anlamına gelmez. Basit mantık ilkeleri gereği öncelikle özne sorumludur. İsa’nın azmettirici olup olmadığı ise kısa bir tarih ve Kitabı Mukaddes araştırması sonucu anlaşılacaktır.

 

“Dindarlar kötü ve güvenilmez insanlar olsalardı bebeler cami önlerine bırakılır mıydı hiç? Siz hiç diskoya bırakılan bebek gördünüz mü?” (Bekir Develi, 2013)

Yukarıdaki önerme karmaşık safsatalar içeriyor. Çözümleyelim…
Yazar burada pek çok varsayım yapıyor. Varsayımlar yani öncüller yanlış ise çıkarımlar da büyük olasılıkla yanlış olacaktır. Bu yüzden okurun öncelikle varsayımların doğruluğunu sınaması gerekir. Şimdi bunları değerlendirelim.
Varsayım 1) “Bebekler hep cami önüne bırakılır.” Bebekler pekala karakol veya acil servis önüne de bırakılabilir. Çünkü yalnız bırakılmış bir bebeğin can güvenliği ve acil gereksinimlerini karşılama olanakları buralarda görece yüksektir. Ne var ki buralarda olaya tanık olacak bekçi veya insan kalabalığı olur. Camiler namaz saatleri dışında genelde tenhadır. Gece ise ıpıssızdır. Bu ıssızlığın hangi saatte bozulacağı, insanların tam olarak ne zaman gelip bebeği alacakları bellidir. Camilerle diğer yerlerin karşılaştırılması bunun gibi etkenler nedeniyle adil değildir. Varsayım doğrudur. Ancak çıkarımla ilintisi eksik ve hatalıdır.
Varsayım 2) “Camilere dindar insanlar giderler.” Bu varsayıma göre bütün dindar insanlar camiye gider, camiye giden herkes de dindardır. Büyük oranda doğru görünmekle birlikte iki istisnayı gözden kaçırmamak gerekir: Birincisi, camiye giden insanlar yalnızca belli bir dinin dindarıdır. İkincisi, camiye gidenler dindar oldukları için değil, yalnızca namazı evde veya işyerinde değil camide kılmayı seçtikleri için de gidebilirler.
Varsayım 3) “Cami önünde bebeği bulan dindar insanlar ona bakarlar.” Satır arasında gizli bu varsayıma göre namaz kılmaya gelen insanlar bebeği bulur ve onu bakar, büyütürler. Ancak gerçek böyle değildir. Bebeği bulan insanlar yine birinci maddede sözü edilen polise teslim eder ve yaşamlarını eskisi gibi sürdürürler. Bebeği bırakan da bunu bilir. Bu da en başta olanağı olsa idi karakola bırakacak olduğunu kanıtlar. Öncül bütünüyle yanlış değildir, ancak istisnaları iyi bilinmektedir.
Varsayım 4) “Diskoteklere gidenlerin ayırt edici özelliği kötü, dinsiz ve günahkar olmalarıdır.” Sarhoş, zampara ve uyuşturucu bağımlılarının diskotekte yoğunlaştığı bilinen bir gerçektir. Ancak bu kişilerin belirleyici özeliği kötü kalpli ve vicdansız olmaları değildir. Sağlıklı, aklı başında ve sorumlu insanlar da eğlenmek için diskoteklere gidebilirler. Dinsiz veya günahkar insanların toplandığı yer olarak belirleyici bir örnek bulamayan veya bulmak istemeyen yazara göre bu kişileri diskotek simgeler. Dinle ilgisiz veya günahtan sakınmayan kişilerin çoğunun diskoteğe gitmediğini büyük olasılıkla yazar da bilmektedir. Bu mantığa veya niyete göre genelev örneğini de verebilirdi.
Sonuç olarak yazarın savı camiye giden kişilerin kötü ve güvenilmez insanlar olabileceği kuşkusunu gidermemektedir. Özellikle bu yıllarda.

 

“Tepeden tırnağa örtünmüş bir bayan, ben de Müslüman’ım deme gereği duymaz. Ama açık saçıklar bunu söyler.” Mehmet Göktaş, Örtünmeye Çağrı, s.56

Müslüman olduğunu belirtme gereksinimi, toplumun çoğunluğunun zihnindeki Müslüman kavramı ile ilgilidir. Bu karşılığın akla gelmesini isteyen “açık saçık” kadının bunu söyleme gereksinimi duyması doğaldır. Bu kadının karşısındaki kişinin aklındaki Müslüman kümesi tepeden tırnağa örtünmüş kadın kümesini kapsıyor ise bu gereksinim ortaya çıkabilir. Çünkü Müslümanlık öğretisi kaynağını Kuran’dan alır ve Kuran kişisel yoruma ve anlayış farklılıklarına açık bir kaynaktır. Kuran’da Müslüman olduğunu söylemek de, tepeden tırnağa örtünmek de Müslümanlığın koşulları arasında sayılmamıştır. Tepeden tırnağa kapalı bir kadın da Müslümanlığı başka türlü algılayan birine Müslüman olduğunu söyleme gereksinimi duyabilir. İkincisi, “açık saçık” kadının da, tepeden tırnağa örtülü kadının da Müslüman olmadığını gizleme niyeti olasıdır. Akıl hastanesine kapatılan bir kişinin deli olmadığını söylemesinin gerçekten deli olmadığı anlamına gelmediği gibi dışarıdakilerin hiçbirinin deli olmadığı anlamına da gelmez. Bunun yanında tepeden tırnağa örtünmenin aynı zamanda “ben Müslüman’ım” demenin etkili bir yolu durumuna geldiği bilinmektedir. Dolayısıyla bu önerme bir yanlış neden safsatası ve aynı zamanda temsil etmeyen örnek (her iki doğrultuda) safsatası içerir.

 

“Bütün bilimsel ve teknolojik gelişmelere karşın kanser hastalığı hala can almayı sürdürmektedir.” (çok satan bir şifalı bitkiler kitabından)

Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin hastalıkları iyileştirme yeteneğimizi artırdığı varsayımına dayanan bir önerme. Öncül doğru mudur, durum gerçekten böyle midir tartışılır. Buna karşılık bilimsel ve teknolojik gelişmelerin neden olduğu veya yaydığı hastalıkların varlığı konusunda herkes hemfikirdir. Kanser bunlardan en bilinenidir. Yani kanserin olası kaynağı “bilimsel ve teknolojik gelişmeler”in ana ve yan ürünleri iken yazar bunların kanseri ortadan kaldırmasını beklentisine giriyor, bu beklentiyi de okura satıyor. Yanlış veya zayıf öncülle başlıyor, nedensellik safsatasıyla devam ediyor.

 

“AKP Milletvekili Burhan Kuzu’nun 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili olarak CNN Türk’e verdiği röportajda Yahudilerin kutsal kitap Tevrat’ı değiştirdiklerini söylemesi Türk Musevi Cemaati’nin tepkisini çekti. Kuzu, Tevrat’ta Fırat ve Dicle arasında kalan toprakların Yahudilere vaat edilmiş olarak belirtilmesinin bugünkü Ortadoğu siyasetini etkilediğini belirtti. Kuzu’ya göre söz konusu ‘Vaat edilmiş topraklar’ konusu Ortadoğu toprakları üzerindeki emelleri de tetikleyen bir faktör. Türk Musevi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh Kuzu’ya tepkisini attığı Tweetler ile gösterdi. İbrahimzadeh Tweetlerinde “Kitaplarımızı, inançlarımızı, renklerimizi, karıştırmadan yaşayabilsek ve bir olabilsek…. Saygılarımla”  ve   “Hepimiz bir, Türkiye’miz & demokrasi mücadelesi verirken Tevrat’ımızı alet etmenizi kınıyorum! Yazık” şeklinde yazdı.” Şalom, 04.08.2016. (yazım yanlışları düzeltilmemiştir)

Cemaat Başkanı, Kuzu’nun Tevrat’ı neye “alet ettiğini” bildirmiyor. Bu durumda birşeyi başka bir şeye alet etme kalıbını olumsuz duygu yüklü söz öbeği olarak kullanmış oluyor. Bunun yanında Tevrat’ın değişip değişmediği ve anılan toprak parçasını vaat edip etmediği gibi sınırlı ve belirli konularda hiçbir açıklama yapmadığı için konuyu değiştirme safsatasına gitmiş oluyor. Kuzu’yu yalanlamaya girişmeden yalnızca duygusal bir etki bırakmayı hedefliyor.

 

“Kadınlar zor bir yaşam sürüyorlar. Beden kıllarını acı veren yöntemlerle traş etmek (1), saçlarına bakım yapmak, makyaj yapmak (2), kilolarına dikkat etmek (3), her ay rahatsızlık çekmek, karınlarında 9 ay bebek taşımak, doğurmak, büyütmek (4), üst-başa çokça para harcamak (5), erkekler kadar yetenekli olduklarını kanıtlamak (6), cinsiyet ayrımcılarıyla baş etmek (7) zorundalar. Bunları onlara toplum dayatıyor (8).”

Buraya örnek olarak aldığım bu kısa önerme, sivil eylemcilik de denen politik propaganda türünün kullandığı, change.org benzeri manipülasyon sitelerinde çokça örneğini gördüğümüz karmaşık safsataları ve bilgi çarpıtmalarını içeren metinlerin bir temsilidir. Parantez içinde sayılandırdığım savları tek tek çözümleyelim:

1) Çoğunlukla doğru ve haklı bir önerme. Ancak bu genelleme yalnızca bazı kültürler için geçerlidir, kadın cinsinin bütünü için değil.

2) Kimse saçını toplayan, ören, kısa tutan bir kadını çirkin bulmamakta, kınamamakta, dışlamamaktadır. Yanı sıra, evli kadınların dışarı çıkarken bunlara kimin için özen gösterdiği sorulmayan, sorulmadığı için tartışılmayan tabu sorulardandır.

3) I. Basın-yayının gereksiz dolduruşu bir tarafa bırakılırsa, böyle bir baskı olmadığı ortadadır.
II. Özellikle evli kadınların kilolarına dikkat etmedikleri veya kilo almalarına karşın evliliklerini sürdürebildikleri bilinen ama sıkça dile getirilmeyen bir gerçektir.

4) I. Evet, yaratılışlarının onlara biçtiği görev budur. Bunda doğruluk payı vardır. Ancak bunun karşılığında kaznadıkları tinsel doyum ve toplumsal saygınlık görmezden gelinmemelidir. Erkeklerin de kendilerine özgü zorlukları ve bunlara katlandıkları durumda kazandıkları ruhsal ve toplumsal karşılıklar vardır.
II. Bunun yanı sıra, bu zorluklarla baş edebilmeleri için kocalarının desteğini istedikleri ve aldıkları metinde görmezden gelinmektedir.
III. Kadınlar belli yaşa gelince bekar da olsalar çocuk edinmeyi kendileri isterler. Bunu kocalarının veya toplumun güzel hatrına yapıyor değildirler.

5) I. Bu davranışın ahlakiliği tartışılır. Savurganlık hiçbir ahlak öğretisinde erdem sayılmamıştır.
II. Çoğunlukla kendi paralarını harcamazlar.
III. Bunu yine zorunlu oldukları için değil, zevkle yaptıkları bilinir.

6) “Erkekler kadar” belirsiz bir kavramdır. Bu durum yeteneğin gösterildiği alanına göre değişir. Hepimizin tanık olduğu üzere, evde çocuk büyüten işsiz kocasına bakmak, inşaatta sıvacı olmak, kömür madeninde çalışmak, askerlik yapmak, savaşıp ölmek bir kadının yapabildiğini kanıtlamak istediği işlerden değildir. Ayrıca bunu öne süren, neden erkeklerin de kadınlar kadar yetenekli olduklarını kanıtlamak gereksinimi duymamalarının nedenini sorgulamalıdır. Kadının ve erkeğin yeteneklerinin farkı nicelik değil, nitelik farkıdır. Mavi, kırmızı olmaya özenmemelidir. Dahası, kadınları “erkekler kadar” veya “erkekler gibi” yetenekli olduklarını kanıtlamaya zorlayan şey, XIX. yy Avrupa’sında meşru bir kadın hakları hareketi olarak başlamış ve XX. yy’da çığırından çıkmış olan feminist ideolojinin ta kendisidir.

7) “Cinsiyet ayrımcılığı” kavramı açıklanma gereksinimi duyuyor. Ayrımcılık olmayan davranışların ayrımcılık olarak tanımlanması giderek daha sık gözlenen bir davranış. Metinde dikkatsiz bir genelleme yapılıp yine açıklanmaya gereksinim duyan boşluklar bırakılıyor. Cinsiyet ayrımcılığının yalnızca kadınlara yöneltildiği varsayımı yapılıyor.

8) I. “Toplum” kavramı açıklanma gereksinimi duyuyor. Hangi toplum? Her toplumun izlediği ahlak öğretisi aynı değil.
II. Toplumun yarısı kadınlardan oluştuğuna göre bu baskının yarısı kendi ellerinden çıkmaktadır.
III. Bireyci ve çoğulcu toplumlarda neyin doğru neyin yanlış olduğuna çoğunluk karar vermez. Dayatmadan hoşlanmayanlar kendi doğrularına göre yaşayabilirler, ki büyük ölçüde yaşamaktadırlar.

Sonuç: Doğru olabilecek bir önerme ile başlayıp belirsiz bir kapsamda; yarı doğruları, çarpıtmaları, tanımı belirsiz kavramları ve doğruluğu tartışılabilecek savları aynı sepette okuyucuya sunup onun onayını arayan bir süper-genelleme. Birden çok safsata ve çok sayıda bilgi çarpıtması (dezenformasyon) içeriyor. Bu tür onay arayan, duygulara seslenerek okuyucuyu hazırlayan genellemeler çoğunlukla bir istemle devam eder. Örneğin yukarıdaki cümleler bir tür “pozitif ayrımcılık” tasarısını gerekçelendirmek için yazılan bir metnin girişi olabilir. Eleştirel okuma yapabilenler bu yolla koşullandırılamazlar. Daha gerçekçi ve somut temellere oturan, kanıtlanmış veya kanıtlanabilir olan, kanıtlarken duyguların yardımına gerek duymayan, sapla samanı birbirine karıştırmayan gerekçeler beklerler. Eleştirel düşünmeyi ve okumayı alışkanlık edinmemiş olanların burada örneğini gördüğümüz bir iki cümledeki en az on iki safsatayı, iç içe geçmiş sözcük ve mantık oyunlarını teşhis edip süzme şansları yoktur, her türlü zokayı kolayca yutarlar.