Bu sayfada eleştirel okumaya giriş yapacağız. Ancak site müdaviminin ulaşmasını umduğum nokta eleştirel okumanın bir üst basamağıdır. Bu basamağı bu sayfalarda sorgulayıcı okuma olarak anacağım. Destekleyici konu başlıkları da olacak: Sözcüklerin önemi, istatistik ve sayılar, yalan yöntemleri ve temel ruhbilim konuları. Unutmayın, bu site size bir diploma vermeyecek; neyi hangi adla andığımız ve konuları nasıl sınıflandırdığımızın bir standardı yok. Yalnızca kendi adına, özgür ve doğru düşünebilen sağduyulu bireyler olmaya çalışıyoruz.
Eleştirel okumaya giriş
– Kendisine neyin söylendiğini (orada ne yazdığını) ve neyin söylenmediğini (orada ne yazmadığını) birbirinden ayırabilen
– Kuşku duymayı, soru sormayı, öğrenmeyi bilen,
– Kolayca aldatılamayan…
Kişiler olmak isteyenlerin eleştirel okumayı öğrenmeleri gerekiyor. On yılı aşkın temel eğitim ve üstüne en az dört yıl üniversite eğitimi, en azından ülkemiz için konuşursak, ne yazık ki bu yeteneği kazandırmıyor. Ülkemizdeki temel eğitim öğrenciye okutulanı veya anlatılanı ondan geri istemek üzerine kurulu. Bu yönüyle bu eğitim anlayışı, eleştirel düşünme yazımda örneklediğim gibi öğrenciye balık verir. Düşünme yeteneği kazandırmaz, öğrenmeyi öğretmez. Öğrenciye tuğlaları verir, sınavda o tuğlaları geri ister. Öğrenciye tuğlaları verip bunlardan bir yapı yapmasını, yani bilgiler arasında bağlar kurmasını, karşılaştırma yapmasını, eleştirel, çözümleyici, hatta yargılayıcı olmasını, parçalardan bütüne ulaşmasını istemek çok daha iyi bir yöntemdir. İşte bu yöntem öğrenciye eleştirel okuma yeteneğini, yani balık tutmayı kazandırır. Bu öğrenci mezun olduktan sonra artık dilediği konuda kendini aydınlatma yetisi kazanmış olur. “Bu kitap öyle diyor, şu kitap tersini yazıyor, hangisine inanacağımı şaşırdım” gibi cümleleri onun ağzından duymazsınız. Çünkü bu durumun eşyanın doğası olduğunu çoktan öğrenmiştir; uygun tepkiyi vermeyi de bilir.
Eleştirel sözcüğünün anlamını eleştirel düşünme konusundan biliyoruz. Anımsayalım:
eleştirmek: 1. (Dil Derneği sözlüğü) Bir düşüncenin, bir yargının, bir yapıtın doğruluk ya da yanlışlığını ortaya çıkarmak ve gerçek değerini belirtmek için onu incelemek, °tenkit etmek, °kritik etmek. 2. Birinin ya da bir şeyin eksiklerini, yanlışlarını sıralamak: Yalnızca eleştiriyorsun ama çözüm getirmiyorsun.
Türkçenin saydamlığı daha fazla tanım yapmayı gerektirmiyor. Eleştirel okuma işi kısaca eleştirel düşünmenin metne veya söze yöneltilmiş, metni veya sözü eleştirinin nesnesi yapmış biçimi. Buna gereksinim duyuyoruz çünkü sözü eleştirel düşünmenin nesnesi yapmazsak bir bakmışız ki biz o sözün nesnesi olmuşuz…
Bir yüksek lisans tezinde (Eleştirel Düşünmenin Okuma Becerisi Üzerindeki Etkisi: Yapılandırıcı Yaklaşım. Sezgin Bağdat, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2009.), eleştirel okuma yeteneğinin öğrencilerde yarattığı ayrım şöyle özetlenmiş:
“Bu araştırmada Çankırı Nevzat Ayaz Anadolu Öğretmen Lisesi’nin 9. sınıfında öğrenim görmekte olan öğrencilerin eleştirel düşünme ve yapılandırıcı yaklaşım ölçütlerine göre okuma becerileri ölçülmüştür. Eleştirel düşünme ve bilginin kişiselleştirilmesi gibi yöntemler kullanılarak kazandırılan okuma becerileri ile yüzeysel okuma becerileri elde etmiş olan iki sınıf birbiriyle karşılaştırılmıştır. Araştırmanın sonunda, eleştirel düşünme becerileri kazandırılan ve kazandırılmayan sınıfların okuma notları birbiriyle kıyaslanmıştır. Araştırmanın evrenini, İngilizceyi yabancı dil olarak öğrenen ve dört beceriyi kullanan devlet okullarındaki lise öğrencileri oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini Çankırı Nevzat Ayaz Anadolu Öğretmen Lisesi’nde 9. sınıfta öğrenim görmekte olan öğrenciler oluşturmaktadır. Bu araştırma kapsamında, bütün 9. sınıf öğrencileri için ayrı bir okuma sınavı kullanılmıştır. Araştırmanın sonucuna göre:
1) Eleştirel Düşünme becerisi kazanan sınıflarda metni faklı yönden ele alma, yorum yapma, önerilen fikri kabul etme ya da reddetme gibi durumlar gözlemlenirken, diğer sınıflarda yazılan her bilginin doğru olduğuna dair yanlış bir kanı hâkimdir.
2) Deney grubu yazarla ilgili bilgileri merak etmekte iken kontrol grubu bunu göz ardı etmektedir.
3) Kontrol grubu sorulan sorulara metinden direk cevaplar bulmaya çalışırken deney grubu önceden elde etmiş olduğu veriyi de kullanarak analiz, sentez ve değerlendirme yapabilmektedir.
4) Deney grubunun üretkenlik ve yaratıcılık özelliklerinde gözle görülebilen bir artış gözlemlenmiştir.
5) Deney grubu görüş bildirme konusunda çekingen davranmamaktadır.”
Tez özetindeki birinci madde, kişilerin aldatılmaya karşı bir koruma geliştirmesiyle ilgilidir. Bu sayfaları yazmamdaki birinci amaç budur. İkinci madde yine aldatılmaya karşı korunmayla ve sağlıklı kuşkuculukla ilgilidir; bu sayfaların doğrudan ilgi alanındadır. Üçüncü madde bilgileri sentezlemekle, yani parçadan bütüne ulaşmakla, yani örüntü algısıyla, yani büyük resmi görmekle ilgilidir; bu da eleştirel okurun olmazsa olmaz yeteneğidir. Yaratıcılık olumlu bir yetenek olmakla birlikte bu sayfaların okura kazandırmayı amaçladığı bir yetenek değildir. Yaratıcı düşünme çoğunlukla ticari amaçlarla kazandırılmak istenir, okuduğunuz bu sayfaların mesleki eğitim veya okurdan bir kazanç elde etme veya okura kazanca dönüştürülebilecek bir bilgi verme gibi bir amacı olmayacaktır.
Eleştirel düşünme mi, eleştirel okuma mı?
Ayrımı şöyle yapabiliriz: Eleştirel okuma bir metindeki bilgiyi ve fikri keşfetme tekniğidir. Eleştirel düşünme ise bilgiyi ve fikri, neye inanacağımızı belirlemek için değerlendirme işidir. Eleştirel okuma dikkatli, etkin, çözümleyici ve düşünür durumda okumaya karşılık gelir. Eleştirel düşünme okuduğumuz şeyin geçerliliğini önceki bilgilerimiz ışığında sorgulamaya ve dünyayı daha iyi anlama çabasına karşılık gelir. Önce eleştirel okur ve anlarız, sonra üzerinde eleştirel düşünürüz. Evet, bunlar geniş bir kesişim kümesi olan ve birbirinden doğal olarak ayrılamayan etkinlikler.
Eleştirel düşünme bir metni okuma eyleminden bağımsız gerçekleşebilir, zihnimizin günlük olağan işleyişi içinde sorun çözmeye çalışabiliriz, verileri değerlendirip çıkarım yapabiliriz. Eleştirel okuma alışkanlığı basitçe aynı ilkeleri okuduğumuz (veya dinlediğimiz) söze yansıtır durumda olmaktır.
Başka bir ifadeyle kabaca yeniden tanımlayacak olursam, eleştirel düşünerek birleştirmeye çalıştığımız noktalar eleştirel okumada kağıt üzerinde, metin içindedir.
Okuma nedir?
Öğrenme eylemi üzerinde bilimsel çalışmalar yapılmazdan önce, okuma eyleminin edilgen ve tek boyutlu olduğu varsayılırmış. Bugünkü bilgi birikimimiz okuma eyleminin etkin olduğu (ve olması gerektiği), çok yönlü ve çok amaçlı olabileceği (ve olması gerektiği) fikrini destekliyor. Okuma eylemi zevk almak için, haber almak (veya izlenim edinmek) için ve ayrıntılı bilgi edinmek ve düşünmek için olabilir.
Dilin değiştirilemez öznelliği
Kusursuz bir dünyada bir konuşma veya metnin içeriği ile söylemek istediği bire bir aynı olurdu. Ama kusur dilde içkindir. Herhangi bir insanın bir gün boyunca söylediği sözler, insanın var oluşundan beri bir bütün olarak hiç bir araya gelmemiş cümlelerdir. Herhangi bir kısa konuşma metni evrenin sonuna dek bir daha asla bir araya gelmeyecektir. Bir yazara kendi yazdığı kitabın bir yaprağını yırtarak tamamlamasını istesek ortaya başka bir metin çıkacaktır. Çünkü aynı şeyi söylemenin türlü türlü yolları vardır ve bu her bir cümle için ayrı ayrı geçerlidir.
İşte dilin bu özelliğinden dolayı söylenenler ile anlaşılanların matematiksel bir kesinlikle denkliğinden söz edemiyoruz. Şiir dediğimiz şey böyle bir denkliğin olamaması sonucunda var oluyor. Yanlış ve eksik anlamalar, söz şakaları, yeri geldiğinde yarı gerçekler de, yalanlar da ortada bir denklik olmaması nedeniyle var olabiliyor.
Duyduğumuz şeyi bir çıkarsama süreci olmadan anlamayız. Bu çıkarsama işi ezberlemekle anlamayı ayıran şeydir. Okumada da aynı şey geçerlidir. Sözler konuşmaz. Onlara anlam kazandıran, işitenin aklında oluşan düşüncelerdir. İşitenin içinde bulunduğu koşul; yani davranış ve iletişim kuralları, yaygın bilinenler, ortak deneyimler, ahlaki değerler, takvim günü, günün saati sözün kazanacağı anlamı belirler. Böylece metinde yer almayan, yani sözün sahibinin söylemediği şeyler okurun zihninde oluşabilir. Tersi de olur; metinde yer alan ve söz sahibinin anlatmak istediği şey okura iletilmeyebilir.
Okuma işinin düşünme olmadan gerçekleşmiyor olmasına iki eğlenceli örnek verelim:
“Geçenlerde çiftliğime ziyaretçiler geldi. Bir üniversite öğretim üyesi ve yanında beş kişi. Aslında ziyaretçileri severim. Ama bu grupta yürüyemeyenler vardı. Evin içine taşınmamız gerekti. Dahası, konuşamıyorlardı da. Yerimde olsaydınız ne yapardınız? Durumu nasıl kurtarırsınız?”
Yazarın konuklarından ikisi bebektir.
“Bir baba ve oğlu arabada yolculuk etmektedirler. Araba ağaca çarpar, baba ölür, oğul ağır yaralanır. Hastanede çocuğu gören acil servis doktoru ‘Ben bu kişiyi ameliyat edemem, o benim oğlum!’ der.”
Doktor çocuğun annesidir.
Bağlam
İnsanlar söyleyerek ve yazarak bir eyleme çağırabilirler, istek bildirebilirler, buyurabilirler, tehdit edebilirler, ikna etmeye çalışabilirler, bilgi vermeyi ve bildirmeyi amaçlayabilirler, alay etmek veya güldürmek isteyebilirler, aşağılamak isteyebilirler, öfkelendirmek isteyebilirler, yatıştırmak isteyebilirler, destek veya köstek olmak isteyebilirler, mutlu veya mutsuz etmek isteyebilirler. Bütün bunların yapılabilmesi için okurun metnin görünen anlamından fazlasına ulaşması gerekebilir. Bu yapılırken bağlam dediğimiz şeyin büyük önemi vardır. “Çok yaşa” cümlesi minnet bildiren duygusal bir teşekkür olabileceği gibi hapşırana gösterilen bir nezaket de olabilir. Aradaki farkı belirleyen bağlamdır.
Örnek:
“Bakır bileklik damar hastalıklarına iyi gelir.
Küçük miktarlarda kırmızı şarap sindirime iyi gelir.
Az miktarda kenevir içilmesi bağımlılık yaratmaz.”
Burada sıralanan cümleler alışıldık tıbbi tavsiyeler olmasa da tartışmaya açık, sıradışı ama makul iddialar gibi görünüyor. Buna bir cümle daha ekleyerek bağlamı değiştirirsek bakın ne oluyor:
“Bakır bileklik damar hastalıklarına iyi gelir.
Küçük miktarlarda kırmızı şarap sindirime iyi gelir.
Az miktarda kenevir içilmesi bağımlılık yaratmaz.
Dünyanın yuvarlak olduğu büyük bir komplodur, dünya düzdür.”
Bakır bilekliklerin damar hastalıklarına iyi geldiği savı birdenbire çöpe gitti!
Örnek:
“Başbakan’ın oğlu hakkında kırmızı ışıkta geçtiği ve çarptığı yayayı öldürdüğü iddia edilmişti.”
Bu, başbakanın oğlunun karanlık bir geçmişi olduğunu ima eden bir haberin veya yazının bir cümlesi olabilir. Oğula geçmişte de iftira edildiği ve bunun alışıldık bir durum olduğunu kanıtlamaya çalışan bir yazının cümlesi de olabilir. Birinci durumda okura bu olayın gerçek olduğu izlenimi verilmeye çalışılır. İkinci durumda ise tersi geçerlidir. Birinci durumda yayayı gerçekten öldürdüğü söylenmiş olur. İkinci durumda bunun yalnızca kanıtlanamamış bir iddia olduğu söylenmiş olur. Yani bağlama göre bu cümle farklı anlamlar alabilir. Aynı sözcükler okuru farklı şeylere inandırmak için kullanılabilir.
Bağlamın dışında mecazlar ve imalar da dilde içkindir. Mecaz olduğunun farkına varmadan kullandığımız pek çok cümle vardır. Düşünmeden “Sen bu yolda devam et” der geçeriz; yol mecazdır. “Eve iş getirme” deriz; getirmek mecazdır. “Sol politika halka inemedi” deriz, politika mecazdır, inmek mecazdır, sol bile mecazdır. Bütün deyimler ve atasözleri mecaz içerir. Şiirler, şarkılar, destanlar, efsaneler, masallar, kutsal kitaplar mecazla tıka basa doludur. Bir noktadan sonra mecaz ile görünen anlamın ayrımı bulanıklaşır, böylece bir metnin birden fazla anlamı olmasının yolu açılır. Yetenekli yazarlar dilin esnekliklerini ve belirsizliklerini kullanarak aynı metinle belli bir okur kesimine bir mesaj, başka bir okur kesimine başka bir mesaj verebilirler. Metinleri yorumlama işi, onlarda gömülü olan mecazları ve imaları bulup çıkarmayı da kapsar.
Metin ne der, ne yapar, ne anlama gelir
Eleştirel olmayan okuma, metnin yalnızca bilgi verdiğini varsayar. Bir ilaç prospektüsü yalnızca bilgi verir, yoruma açık tarafı azdır ve bu metne özellikle eleştirel okuma çabasıyla yönelmenin gereği yoktur. Ancak özel teknik metinler dışında hemen hiçbir metin böyle değildir; ansiklopediler bile. Eleştirel okur, yazarın ne söylediğini, ne yapmak istediğini ve bunları nasıl yaptığını anlamaya çalışır. Eleştirel olmayan okur bir tarih kitabını gerçekleri öğrenmek dışında bir niyetle okumaz. Eleştirel okur aynı kitabı yazarın konuyu hangi açıdan ele aldığını, dilsel seçimleri, taraflı olup olmadığını gözeterek okur. Böylece gerçeklerle yorumu, yani nesnel olanla öznel olanı birbirinden ayırmaya çalışır.
Eleştirel olmayan okuma metnin ne dediğiyle ilgilenir. Metni anlayan okur bunu kendi sözcükleriyle yeniden ifade edebilir, yani açımlayabilir. Aynı prospektüsü okuyan iki doktora ne anladığını soracak olursak alacağımız yanıtlar çok farklı olmayacaktır.
Eleştirel okuma bunun üzerine iki şey ekler: Metnin ne yaptığını anlamaya çalışır. Örnekler mi veriyor? Bildiriyor mu? Tartışıyor mu? Kışkırtıyor mu? Caydırıyor mu? Bir şeye dikkat mi çekiyor? Uyarıyor mu? Çağırıyor mu? Bu bir fikir yazısı mı, yoksa bilimsel makale mi? Okur, yazarın ne yaptığını anladıktan sonra sıra yorumlamaya gelir.
Bir metnin ne yaptığı, tanımdır. Metnin ne anlama geldiği ise okurun yorumudur. Okurun eleştirel düşünme yetilerini sergileyeceği, önceki bilgilerini kullanacağı alan işte bu son noktadır.
Basit örnek:
Nişanlıdan gelen kısa mesaj: “İlişkimiz hakkında konuşmamız gerekiyor”
Ne dedi (açımlama) : İlişkimizle ilgili olarak yüz yüze konuşmak istediğini söyledi.
Ne yaptı (tanım): Beni konuşmaya çağırdı (bu bir çağrı).
Ne anlama geliyor (yorum): Benden ayrılmak isteyeceğini söyleyecek (metinde ayrılmak sözcüğü geçmiyor, konuşma dışında bir istek de belirtilmiyor; ama metni okuyan bunu anlayabiliyor).
Yazarın okurdan (veya okurların belli bir kesiminden) ne istediği, yazarın vermek istediği açık ve varsa örtülü mesaj, yazarın neye inandığı, yazarın kim adına yazdığı gibi sorular sorulur ve yanıt aranır. Eleştirel olamayan okur dünyayı ve önündeki metni basit ve yüzeysel görür. Olayları siyah-beyaz görme eğilimindedir; bir şeyin birden çok anlamı ve işlevi olabileceğini düşünmediği gibi bir metnin birden çok anlamı olabileceğini düşünmez. Karmaşıklıkları, belirsizlikleri, bilinmeyenleri göremezler. Dünyayı kendilerini odağa koyarak okumaya çalışırlar. Kendi anladıkları dışında makul yorumların olabileceğini düşünmezler.
Çıkarım yapma
Çıkarım yapma veya çıkarsama işi, delillere dayanarak sonuca ulaşma işidir. Suçu çözmeye çalışan polis dedektifinin, tanı koymaya çalışan doktorun, makineleri onarmaya çalışan tamircinin, diplomatın, düşmanı gözleyen komutanın, oyunu izleyen teknik direktörün, satranç oyuncusunun işi çıkarsama yapmaktır. Hepimiz her gün çıkarsama yaparız. Her şeyde bir anlam aramak insan olmanın doğasında var. Kara bulutları görür şemsiyemizi yanımıza alırız. Bulutlar kara değil yeşil olursa şemsiyeyi değil fotoğraf makinesini alır ve bilenlere bunun ne olduğunu sormak isteriz, çünkü anlam veremeyiz.
Şemsiyesini alan birini gördüğümüzde yağmur yağacağını çıkarsarız. Su isteyen kişinin susadığını çıkarsarız. Ne var ki bu işlem matematiksel bir kesinlik taşımaz. Şemsiyesini güneşten korunmak için almış olabilir. Su isteyen kişi hap yutacak olabilir. Bu basit çıkarımları yaparken bilimsel bir disiplinle davranmayız. Benzer bir aceleciliği metinleri okurken yapamayız. Yanılmamak ve gerçeğe olabildiğince yaklaşabilmek için kanıtlarımızın sağlamlığına güvenmeliyiz. Eleştirel düşünme konusunda anlatılan ilkelere göre çıkarım yapmalıyız.
İçerik
Olgular ile olguları sunuş biçimi farklıdır. Askorbik asit gıda toptancılarında toz biçiminde bulunabilir. Aynı madde eczanede C vitamini tableti biçiminde de bulunabilir. Lüks lokanta ile sıradan bir lokanta aynı bifteği farklı ortamda, farklı sunumla, farkı fiyatlarla satabilir.
Metnin içeriğini değerlendirmeyle ilgili olarak fotoğraf örneğini düşünebiliriz. Fotoğrafın gerçeği olduğu gibi gösterdiğini düşünürüz. Bu anlamda fotoğrafların nesnel, yansız ürünler olduğunu söyleyebiliriz. Dikkatli düşündüğümüzde fotoğrafta bile derin bir öznellik vardır. Makineyi nereye doğrultacağına fotoğrafçı karar verir. Karenin içinde ve dışında kalacaklara o karar verir. Merceğin türü, ışık duyarlılığı, filtre kullanıp kullanmayacağı, renk dengesi, keskinlik, odaklama gibi ayarları kendisi yapar. Deklanşöre bastıktan sonra da iş bitmez, fotoğrafı nasıl işleyeceğine, ayarları değiştirip değiştirmeyeceğine, kareyi kesip kesmeyeceğine, efekt uygulayıp uygulamayacağına, rötuş yapıp yapmayacağına kendisi karar verir. Fotoğraflar nesnel ve tarafsız değil, öznel ve taraflı anlatım ürünleridir. Metinler de farklı değildir. Seçilen içerik, tarz, seçilen sözcükler, seçilen örnekler ve yapı yazarın elindedir.
Örüntü
Örüntü, doğada veya insan yapısı şeylerde ayırt edilebilen düzenliliğe denir. Örüntünün bileşenleri yinelenen şeylerdir, bundan dolayı bir sonraki yinelemenin yeri, zamanı veya biçimi öngörülebilir. Bir ağaç dalına dikkatlice göz gezdirdiğimizde orada yabancı bir yaprak varsa bunu kolaylıkla fark edebiliriz. Deniz dalgalarına bakarak düzensiz bir dalgayı kolaylıkla fark edebilir ve oradan az önce hızlı bir teknenin geçtiğini çıkarsayabiliriz. Düzenli bir binanın cephesinde farklı olan pencereyi kolaylıkla saptayabiliriz. Bir öbek dansçının içinde hata yapan hemen gözümüze çarpar. İki resim arasındaki yedi farkı az bir çabayla bulabiliriz. Bir dizi sözcüğün içinden ilgisiz veya farklı olanı seçebiliriz ki zeka ve dil testlerinde bu tür soruları sıkça görüyoruz. Yine bir matematik sınavında bir sayı dizisi verilip son sayıyı tahmin etmemiz istenebilir. Ardışık sayıların arasındaki ilişkiyi bulur ve böylece son sayının ne olacağını öngörebiliriz. Bunları yapabilmemizi sağlayan ve doğuştan gelen yetimiz örüntü algısıdır. Bebekler de görece basit örüntüleri algılayabilir ve sonraki bileşeni öngörebilirler.
Örüntü algısı hemen her bedensel ve düşünsel yeti gibi güçlendirilebilir veya kullanılmadan kaldığı için körelebilir. Eğitim almış ve böylece örüntü algılarını keskinleştirmiş kişiler örneğin bir tuğla duvarı iki ayrı ustanın örmüş olduğunu anlayabilirler veya bir kitaba sonradan yapılan eklemeleri fark edebilirler. Bilim adamlarının ilerleme yöntemi örüntüleri fark etmek ve örüntüyü tanımlayan bir hipotez kurmak, sonra bu hipotezi sınamaktır. Sınamayı geçen hipotezler kurallara dönüşür. Bu kurallar evreni anlamamızı sağlar. Bu kuralların varlığını anlamak için bilim adamı olmak gerekmez. Bir çocuğa kedilerin nasıl ürediklerini gösterirseniz köpeklerin, tavukların da aynı yolla ürediklerini düşünecektir. Çünkü zihnimiz sürekli olarak örüntüleri yakalamak ve kural tanımlamak üzere evrilmiştir.
Bir metni anlamak da içindeki örüntüleri ayrımsayarak başlar. Örneğin yinelenen bileşenler kaynaklara yapılan atıflarsa bu bilimsel bir yazı olabilir. Örnekler veriliyorsa yazar okurun genel geçer bir kuralın varlığını anlamasını istiyor olabilir. Varsayımların sıklığı bize yazarın nesnel bir tabana oturmadığını düşündürebilir. Yazarın kullandığı dilin niteliği, örneğin yinelediği sözcükler, ifadeler veya ünlemler bize yazarın duygusal durumuyla ilgili bilgi verebilir. Simgesel bir dil kullanılması, izlediğimiz filmin veya oyunun aslında iki öykü birden anlattığını düşündürebilir. Özgün cümlelerle konuştuğunuz halde “Biz bunları daha önce duyduk” cümlesini duyuyor iseniz dinleyici sözlerinizde tanıdık bir örüntü yakalamış olabilir. Yine bir başka örnekte, bir yazarın bir kitap boyunca hayvan haklarını insan haklarının yanında birkaç kez ayrıca anması, bize hukuk kavramına nasıl baktığıyla ilgili bilgi verebilir. Sözgelimi toplumsal bir sorun ve çözüm yollarıyla ilgili bir inceleme yazısında kutsal kavramlara sıklıkla gönderme yapılması veya özellikle kutsal kavramların akla getirilmemeye çalışılması, yazarın benimsememizi istediği tutumla veya bakış açısıyla ilgili bilgi verebilir; oysa yazar bu tutuma doğrudan çağırmamayı seçmiştir. Sözgelimi bir partinin seçim bildirisinde eleştirilen veya övünülen bir dizi hükümet uygulamasının yalnızca parasal gönençle ilgili olduğunu dikkatli bir okur ayrımsayabilir; ancak bildiride “ekonomi” diye ayrı bir başlık açılmamış olabilir. Metinler üstü bir başka örnekte, bir yayınevinin yayınlarına dikkatlice baktığımızda bir konuda yoğunlaştığını görüyorsak, bu, yayınevinin o konuda uzmanlaştığı izlenimini verebileceği gibi, fikir ürünlerinin yanlılığıyla ilgili bir kuşku da uyandırabilir. Yani örüntü algısı, metinde bize ayrıca bildirilmemiş olan olguları dolaylı olarak çıkarsamamız için bir araçtır.
Metindeki veya genel olarak düşünce ürünündeki örüntüyü algılamak, yazarın;
– Yanlılığı, yansızlığı
– Soğukkanlılığı, duygusallığı
– Bakış açısı, dünya görüşü, değer yargıları
– Okurdan neye inanmasını istediği
Hakkında fikir sahibi olmamızı sağlar.
Dil seçimi
“31 Ağustos 1998’de, üç yıl süren ve beklentilerin üzerindeki fiyat artışının ardından borsa 513 puan düştü. Bu, o güne değin tarihteki en büyük noktasal düşüştü. USA Today gazetesi için ofiste heyecanlı bir gündü: Yatırımcılar tarihteki en uzun süren alış pazarını bitiren küresel krizden kaçarken Dow Jones endüstri endeksi Pazartesi günü 513 puan düşerek 1998’deki kazanımları sildi. Dow Jones’un %6,4 düşerek 7539’a gerilemesi altı haftalık zararını %19,3 yaptı, yani satış pazarı sayılması için gereken değere %1 yaklaştı.” USA Today, 1 Eylül 1998.
Bu örnekte sayılara bolca yer verilmesi yayının nesnel üslubunu vurguluyor. Buna karşılık düşüş, silme, zarar, kriz, bitirme gibi sözcükler düşüşü vurguluyor. Bir başka gazete olayı birazcık farklı bir tonda sundu: “Pazartesi günü Dow Jones endüstriyel endeksi 500 puandan fazla düşerken Borsa’nın yaz miskinliği dramatik bir bozguna uğradı. Bu, tarihteki en kötü ikinci noktasal düşüş. Hisseler 1990’dan beri ilk satış pazarının eşiğinde sallanıyor.”
Düz ve yavan bir dil kullanılması, olayın önemini küçümser: “Borsa dün 513 puan düştü. Daha önce bir kez bundan daha büyük bir düşüş olmuştu.”
Nasıl söylendiği, ne söylendiği kadar önemlidir.
Sorgulayıcı okuma
Okuma eyleminin son aşaması olan yorumlama işinin ucu açıktır. Ben yorumlama işinin metnin kaynağı olan kişi ve kurumların amaçları bağlamında da yapılması gerektiğini savunuyorum. Bunu biraz geniş düşünelim:
– Gazete haberleri
– Köşe yazıları
– Yarı eğlence, yarı bilgilendirme olan internet yazıları
– Kurgu kitaplar (roman, öykü)
– Kurgu olmayan kitaplar
Yazar okurun aklında istediği düşünceyi oluşturabilir, yüreğinde istediği duyguyu yaratabilir. Bunun için ille de ahlaki bir aşılama yapması gerekmez. Bunu zaten her zaman yapamaz. Ama davranışları etkilemenin tek yolu örtülü veya açık ahlaki aşılama yapmak değildir. Yalnızca söz söyleyerek düşünceyi, duyguyu ve davranışı değiştirme olanağı deneysel psikoloji, nöro-bilim gibi bilimsel alanlarda biliniyor ve deney ve gözlem yapmak için uzun süredir kullanılıyor. Deneklere yalnızca bir şeyler söyleyerek veya bir metin okutarak, içeriğin sonraki davranışlarını nasıl etkilediğini kaydediyorlar. Kısa vadede davranış değiştirilebiliyorsa, uzun vadede de değiştirilebiliyor demektir. Çünkü küçük, büyük algıladığımız her şey bizde bir birikim yaratır.
Aktarılan bir bilgiyi hazır olarak almak veya bir bilgi birikiminden yapılan çıkarsamaları hazır olarak öğrenmek ile bunları zor yoldan, birinci elden edinmek arasındaki fark, bunlar için ödenen karşılıktır. Birinci elden, kişisel çabayla, deneyimle veya tanıklıkla edinilen bilgi kalıcıdır. Bu yoldan edinilen fikirlerin değişmesi zordur. Öte yandan birisi sizin fikirlerinizi karşı savlar sunarak çürüttüğünde, değişmiş fikrinizin kalıcı olması zordur. Eski fikrinizi makul gösteren bir savla karşılaştığınızda yeniden fikir değiştirebilir ve eski fikrinizi benimser duruma dönebilirsiniz. Kısacası aydınlanmanın kalıcılığı, ona ulaşmak için katlanılan maliyetle doğru orantılıdır.
Yazarın amacı
Birine bir şey söylemek, aslında onun bir şeyi bilmesini, düşünmesini, bir şeyi kafasında canlandırmasını istemektir. Karşıdakinin yapmasını istediğimiz hiç bir şey yoksa ona bir şey söylemeyiz. İletişimin gerçekleşmiş olması için karşıdakinin düşüncelerinde bir değişiklik yaratmamız, bir başka ifadeyle karşıdakini az veya çok etkilemiş olmamız gerekir. Yaratılan değişiklik istenen yönde ise iletişim gerçekleşmiş ve başarılı olmuştur. Değişiklik istenmeyen yönde ise, örneğin mesaj anlaşılmadı veya yanlış anlaşıldı ise veya yaratmak istediğimiz tepkiden farklı bir tepki yaratmış isek iletişim yine gerçekleşmiş ancak başarısız olmuştur. Onun için iyi iletişimci, karşıdakinde yaratmak istediği zihinsel değişikliği gerçekleştirebilendir. Çok dinlenen değil, çok alkışlanan değil, okuyucusunu memnun eden değil, ama karşıdakinin düşünmesini veya hissetmesini veya yapmasını istediği şeyi gerçekleştirebilendir. Düşük etkili veya zayıf bir metin okuyanı memnun edebilir. Öte yandan okuyanı kızdıran veya mutsuz eden sevimsiz bir metin, istediği sonucu alan başarılı bir metin olabilir. Bunlar yazarın /söz sahibinin becerisiyle, yetkinliğine ilgilidir. Sevimli ve memnun eden sözler söyleyen biri, aslında hoşnut olmayacağımız şeylere inanmamızı istiyor olabilir. Tersi de geçerlidir. Hoşnut olmayacağımız, bizi zorlayan, kafamızı karıştıran, hatta açıkça rahatsız eden şeyler söyleyen biri bizde iyi sonuçlar yaratmak istiyor olabilir. Bundan dolayı okuyucu olarak yazarın bizde hangi değişikliği gerçekleştirmek istediğini kestirebilmek için şu soruları sormalıyız:
Yazar ne düşünmemizi istiyor?
Yazar ne hissetmemizi istiyor?
Yazar neye inanmamızı istiyor?
Yazar ne yapmamızı istiyor?
…
Bu türden sorgulamaları zaten içsel olarak sormaya programlıyız ve bunu kimi zaman farkında olmadan yapıyoruz. Örneğin çok başarısız olduğumuz bir sınavın veya yarışın ardından alınan övgüler, özel bir çaba göstermediği halde kişinin aklına “acaba kinaye mi yapılıyor?”, “alaya mı alınıyorum?” sorularını getirir. İşte bunlar belirgin ve göstere göstere yapıldığı zaman kinaye, bilmezden gelme, mecazı mürsel gibi edebi sanatlar olarak adlandırırız. Okuyucunun bunları görüp tanıması kolaydır. Ancak eleştirel okurun kazanması gereken yetenek bunların ve bunlara benzer yönlendirmeler örtülü olarak yapıldığında bunları saptayabilmektir. Profesyonel yazarlık vardır. Profesyonel danışmanlık vardır. Profesyonel hatiplik vardır. Profesyonel halkla ilişkiler, reklamcılık vardır. Bunların hepsi söz söyleyerek insanları yönlendirme, insanları ikna ederek istenen eylemleri yaptırma disiplinleridir. Söz söyleyerek dilenen sonucu yaratma işinde uzmanlaşanlar varken, uzman okur olmak istemekten doğal ne olabilir?
Bir Makalenin Mantığının Analizinde Kullanılabilecek Şablon
Elinizdeki bir makaleyi alın, aşağıdaki modeli kullanarak makalenin mantığı üzerinde çalışın. Bu şablon istediğiniz kitabın istediğiniz bir bölümünün mantıksal analizini yapmak üzere değiştirilebilir.
- Bu makalenin en temel amacı nedir? Yazarın bu makaleyi niçin yazdığını olabildiğince doğru bir şekilde ifade edin.
- Yazarın işaret ettiği anahtar soru nedir? Yazarın makaleyi yazarken kafasındaki anahtar soruyu bulmaya çalışın.
- Makaledeki en önemli bilgi nedir? Yazarın, vardığı sonuçları desteklemek için kullandığı gerekçeleri, deneyimleri ve verileri ortaya koyun.
- Makaledeki temel çıkarımlar nelerdir? Yazarın makalede vardığı ve ortaya koyduğu temel sonuçları belirleyin
- Bu makalede bilmemiz gereken ana kavramlar nelerdir? Yazarın mantık çizgisini anlayabilmek için bilmeniz gereken en önemli fikirleri ortaya koyun.
- Yazarın düşüncelerinin arka planındaki varsayım(lar) nelerdir? Yazar neyi olmuş gibi varsayıyor, sorgulanabilir olanı bulmaya çalışın.
- a) Yazarın mantık zincirini ciddi bir şekilde ele alırsak, varacağımız sonuçlar nelerdir? Eğer insanlar yazarın mantığını izlerlerse ne tür sonuçlara varırlar? b)Yazar gibi mantık kurmazsak, bunun sonuçları ne olacaktır?
- Bu makalede ortaya konulan bakış açıları nelerdir? Yazar neye odaklanıyor, ve onu nasıl görüyor?
Söz ve ahlak
Günümüz uygarlığı gerçekliği ödünsüz savunan bir toplum düzeni yaratmamıştır. Reklamcılık, pazarlama, halkla ilişkiler, endüstri tasarımı, görsel tasarım gibi iş kolları; sosyal sorumluluk, lobicilik gibi etkinlikler büyük ölçüde yalan söylemek üzerine kuruludur. Bugün erişilen profesyonelleşme düzeyinde bu listeye belki basın-yayını da eklememiz gerekiyor. Yalan söylemek türlü gerekçelerle sıradanlaşmaya, ahlakileşmeye başlamıştır. Bu iş kolları toplum yaşamında yalanın söylenebileceği, ahlaki kurallardan kurtarılmış bölgeler olmuştur. Uygar insanlar artık aileleri ve yakın çevrelerinden etkilendiği kadar, belki de daha fazla, doğruyu söyleme gibi bir sorumluluk yüklenmeyen bu bilgi kaynaklarının etkisi altında kalıyor. Böyle bir ortamda yalanla gerçeği ayırmak doğuştan gelen yetilere, içsel süreçlere bırakılamaz; bunu ayrıca öğrenmek gerekir.
İnsanı insan yapan özellik dildir. Dil, yalnızca söz söyleyerek, yani fiziksel bir kaynak kullanmadan, hiç bir bedensel maliyete katlanmadan iş yaptırma, yönetme ve yönlendirme yetisidir. Hayvanlar da iş yaptırır, yönetir ve yönlendirirler ancak bunun için büyük miktarda fiziksel kaynak kullanırlar ve ağır bedensel maliyetlere katlanırlar. Hayvan topluluklarının yönetilme ve yönlendirilme potansiyelini sınırlayan ve denetleyen bu fiziksel karşılıktır. İnsanın iletişimi ise fiziksel karşılığı olmayan salt sayısal içeriğe, sıfır maliyetle yeniden üretilip yayılabilen söz biçimine girdiğinden fiziksel dünyanın sınırlamasına ve denetimine tabi değildir. Bundan dolayı insanların birbirlerine yaptırabilecekleri ve yaptıramayacakları şeylerin sınırlarını belirlemesi için ahlak denen sözleşmeye gerek duyulmuştur. Hangi ortamda neyin söylenip neyin söylenmeyeceğini ahlak kuralları belirler.
“Söz vermek” deyiminin ağır ahlaki yaptırımlarla korunan bir yüklenimi anlatması rastlantı değildir. Arapçada edip sözcüğü ile edep sözcüğü aynı kökten gelir. Söz, dil, konuşma kavramlarını doğrudan ahlak kurallarına bağlayan deyimlere her dilde benzer örnekler bulunabilir. Ahlakın var olması için sözün, sözün var olması için ahlakın var olması zorunludur. Dolayısıyla söz söylemek ahlaki bir işlemdir. Hiç bir söz yoktur ki ahlak açısından bir değerliği bulunmasın. Bir başka deyişle doğruluk veya yanlışlık, iyilik veya kötülük, güzellik veya çirkinlik ölçüsü barındırmayan bir söz –“nötr” bir söz– söylenemez. “Şu anda önümde bir klavye var” deyişim bile nötr değildir. Doğruyu söylüyorsam bu iyidir. Toplumun bireyleri doğru, iyi ve güzeli söyleyecekleri konusunda birbirlerine güvenemediklerinde sözün değeri kalmaz, birbirlerine iş yaptıramaz olurlar. Birbirine iş yaptıramayan insanların oluşturduğu toplumlar dağılır ve çökerler. Çünkü insan ancak toplum halinde sağ kalabilen bir canlıdır ve insan yaşamı işbirliği üzerine kuruludur. Sağ kalabilmek için doğru söz söylenmesinin ahlaki yöntemlerle güvenceye alınması gerekir.
Bu, eleştirel okumanın ahlaki yönüdür. Eleştirel okur, söz söyleyen kişiyi doğru, iyi ve güzel söylemesi konusunda baskı altına alarak, okurları da yazarın kötü ve çirkin etkisine karşı koruyarak ahlaki bir işlev üstlenmiş olur. Bilgi kirliliğinin durmadan artması ve yalan söylemek üzerine kurulu iş kollarının yayılması, eleştirel okuma alışkanlığı gelişmiş çok sayıda kişinin varlığını gerektirir. Sözün güvenilirliğinin sürmesi başka türlü sağlanamayacaktır. Yolunmayan ot tarlayı sarar, ekini kurutur.
Bu sayfalarda klasik eleştirel okuma uygulamasının bir üst basamağına, sorgulayıcı okuma örneklerine ağırlık vereceğiz. Yazarın, senaristin, ressamın almak istediği sonucu irdeleyeceğiz. Eleştirel okuma, düşünce ürününü çoğunlukla kendi içinde incelemektir. Bunun bir adım ötesine geçip düşünce ürünlerinin oluşturduğu büyük resmi, manzarayı görmeye çalışacağız. Bunun için düşünce ürünlerini eleştirel bakışımızın nesnesi yapacağız. Merak ve kuşku kaslarımızı geliştireceğiz. Sözün ve etkinin nesnesi olarak edilgen kalmayacağız. Edilgen kalanın net görmesi güçleşir, aldanması, piyon olması an meselesi olur. Aldananların, piyonların oluşturduğu toplumlar yok olacaktır.
“Mantıkla yalan gerçekten, doğru eğriden ayırt edilerek düşünce, davranış ve hareketler düzeltildiği gibi, bu bilimden edinilen bilgi ölçüsünde inanç ve edimler de düzeltilir. İnançta doğruluk, edimde gerçeğe uygunluk bu bilimdeki bilgi oranında gerçekleşir.” –İbn Tufeyl’in Hay Bin Yakzan’ına Şerafettin Yaltkaya’nın bir dipnotundan.