İki örnek daha vereceğim. Biraz bilgi-yoğun olması sizi sıkabilir ama her bir ayrıntıyı bilmeniz gerekmiyor. Bakış açısını anlamaya çalışın.
Çuval, Ergenekon, 15 Temmuz, Suriye
1) Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu asi komutan Mustafa Kemal’in askeri mücadelesi bittikten sonra 1927’de okuduğu Söylev’inde hain iktidarların ülkenin ordusunu hileyle terhis edebilecekleri uyarısında bulunması.
2) Wikileaks’te bulunan belgelerden biri ABD Ankara büyükelçisi Robert Pearson’un 18 Nisan 2003 tarihli raporu. Buna göre Türk ordusunda üç subay öbeği var. Birincisi bağımsızlıkçı yurtseverler, ikincisi ABD dışında bir güç merkeziyle işbirliği arayanlar, üçüncüsü Amerikancılar.[1]
3) Rapordan birkaç ay sonra 4 Temmuz 2003’te PKK ile savaşmak amacıyla Kuzey Irak’ta bulunan Türk birliğinden üç subay ve sekiz astsubay kafalarına çuval geçirilerek ABD askerleri tarafından tutuklandı.[2] ABD özel harekat askerleri özellikle kışkırtıcı davranışlarda bulunmayı seçti.
4) Bu hareketin nedeni 2008’de başlatılan ve dört yıldan uzun bir süre sonra hükümetin de sahteliğini itiraf ettiği Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ortaya çıktı. ABD ordunun tepkisini sınadı, zayıf kaldığını görünce ordunun “kıvama geldiğini”, subaylarını sivil yargıya teslim edeceğini gördü ve yurtdışından gelecek uyduruk tanıklarla, sahipsiz belgelerle yürütülecek olan sahte davaların hazırlıklarına başladı. Davalarda elçinin raporunda sözünü ettiği birinci ve ikinci öbekten yüzlerce subay ordudan atıldı veya çalışamaz duruma getirildi, ordunun savaş sırları ele geçirildi. Böylece ordudaki başlıca subay kadrosu olarak Amerikancı öbek kaldı.
5) Yine de bu öbeği Suriye’deki savaşa sokmayı başaramayan hükümetin bakanlarının “gerekirse kendi ülkemize Suriye’den füze atarız” konulu gizli ses kayıtları basına sızdırıldı. 2012-2014 yıllarında Reyhanlı başta olmak üzere Türk yerleşim merkezlerine Suriye’den atıldığı öne sürülen roketler düştü.
6) Bu olaylarla ilgisizmiş gibi görünen ve yıllar önce imzalanan bir uluslararası anlaşma gerekçe gösterilerek 2011 yılında Suriye sınırındaki mayınlar temizlenmeye başlanmıştı.
7) 15 Temmuz 2016’da Gülen cemaatine üye subayların darbe girişiminde bulunduğu öne sürüldü. Bütün hukuk ve yargılama ilkeleri çiğnenerek yapılan yargılamalarda yüze yakın subay ve astsubay ordudan atılıp hapsedildi.
8) 2017’de ordu her nasıl olduysa (!) Suriye’ye girmeye ikna edilebildi. Buna karşılık artık mayınsız olan sınırdan ne idüğü belirsiz yüzbinlerce Suriyeli yürüye yürüye Türkiye’ye geçti.
Abartılan Korkular
11 Eylül 2001 ve sonrasında ne olduğunu anımsıyorsak, vermiş olduğum örneklerdeki örüntüyü iyice bellemişizdir: Gerçekte var olmayan veya olduğundan büyük gösterilen bir tehlike bizi anayasal haklarımızdan vazgeçmek dahil pek çok kötülüğe ikna etmekte kullanıldı. Konuyu araştırdığımızda bunun eski bir yöntem olduğunu görüyoruz. Şimdi bu eski örneklere bakalım.
1967’de İsrail Mısır’la savaş halindeyken Akdeniz’de ABD’nin Liberty gemisini torpilleyerek batırdı. İsrail, 34 ABD askerinin öldüğü saldırıyı Mısır’ın gerçekleştirdiği öne sürdü. ABD ordusu yaptığı incelemede saldırıyı İsrail’in ABD’yi Mısır’a karşı savaş sokmak amacıyla gerçekleştirdiğini belirledi.[3] Bu bir sahte bayrak operasyonuydu.
İsrailliler bunu ilk kez yapmıyorlar. Hatta öyle görünüyor ki kendilerini mağdur göstermek için saldırıya uğramış numarası yapmak gibi tuhaf bir gelenekleri var. Sahte bayrak operasyonları konusunda doğal olarak yetenekliler.[4]
Paris’te 7 Haziran 2015’te gerçekleştirilen Charlie Hebdo dergisi saldırısını araştırdığımızda daha ilk incelemede 11 Eylül’le arasındaki benzerliği gördük. Muhammed Peygamber’in karikatürünü çizen çizerleri cezalandırmak için öldürdüğü öne sürülen saldırganlar Müslüman olduklarını düşünmemiz için pasaportlarını yerlere attılar. Tıpkı çeliği eritecek denli yüksek sıcaklıkta yanan İkiz Kuleler’in enkazında yanmamış bir Müslüman pasaportunun bulunmuş olması gibi. “Sahte bayrak” askeri terimiyle anılan yöntemi burada da uyguladılar (daha sonra bunu ayrı olarak işleyeceğim). Paris’teki polis memurunun vurulma görüntüsü tıpkı kulelerin yıkılma görüntüleri veya IŞİD infaz videolarındaki gibi kuşku uyandırıcıydı.[5] Tıpkı 11 Eylül 2001 saldırılarının NORAD hava savunma tatbikatıyla aynı güne denk gelmesi (!) gibi dergi saldırısı da terör tatbikatıyla aynı güne denk geldi.[6] Ama Paris’teki tiyatroda 11 Eylül’den farklı olarak bizi bazı anayasal haklarımızdan vazgeçirme planları yapılmadı. Birincisi, böyle bir şeyi haklı çıkaracak nitelikle ve büyüklükte bir saldırı değildi. İkincisi, bunun yerine Muhammed Peygamber’i aşağılama özgürlüğü gündem oldu ve tartışılmaya başlandı. Belki de amaç buydu diyerek karar vermeyi erteledik. Tıpkı 2004 Londra metrosu bombalamasında olduğu gibi Avrupa’da genel olarak “terör” ve özellikle “İslami terör” tehditi algısının diri tutulması da cabasıydı.
ABD’deki Columbine ve Sandy Hook okul saldırılarını teker teker incelediğimizde, özellikle Sandy Hook okulu baskını öyküsünde tutarsızlıklar fark ettik. Tıpkı Charlie Hebdo saldırısındaki gibi, 11 Eylül’deki gibi, bu saldırılar birer tatbikat gününde yapıldı. Sonuçları bakımından baktığımızda 11 Eylül’dekine benzer bir sonuç almaya, insanları anayasal silahlanma haklarından vazgeçirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Çünkü bu baskınlar ABD’deki bireysel silahlanma karşıtı lobinin en güçlü dayanağı oluyor. Bu, yalnızca reklamlara milyon dolarlar harcayan güçlü bir lobi ancak ülkenin tarihsel ve kültürel özellikleri nedeniyle henüz amacına ulaşabilmiş değil.
Tatbikatlarla ilgili bir not daha: 18 Ekim 2019 günü New York’ta The Pierre otelinde yapılan toplantıda küresel bir salgın simülasyonu konuşulmuştu.[7] Salgının tatbikatı olamıyor elbette. Bunun yerine masa başı veya bilgisayar simülasyonu olabiliyor. Daha sonra bu simülasyon Covid-19 olarak karşımıza çıkmıştı. Yine salgından hemen önce tam da Wuhan’da uluslararası askeri spor organizasyonu yapılmış olması dikkat çekiyor.[8]
Yakın tarihlerdeki bu deneyimlerden sonra 2020 yılı başında SARS-Cov2 virüsünün dünyanın uzak ucunda daha elli, yüz kişiyi hasta etmişken aniden haber gündemine oturduğunu gördük. İlerleyen olayları biliyorsunuz. Pek çok ülkede halk anayasal özgürlüklerinden vazgeçmeye razı edilmeye çalışıldı. Yersiz veya abartılmış korku ve hemen ardından anayasal haklardan vazgeçme talebi. Bu noktada bu ikisini artık bir örüntü olarak iyice bellemiş olmamız gerekiyor. SSCB çöktükten sonra soğuk savaşın ve nükleer savaş korkusunun da yıllarca abartılmış olduğu yönünde yorumlar ve belgeler ortaya çıkmıştı. Yaşı yetenler veya araştıranlar Sovyet ve komünizm korkusunun Türk halkını NATO’ya girmeye ve liberal Batı’ya secde etmeye razı etmekte kullanıldığını biliyorlar.
Örüntüyü böylece tanıdık ve bizden talepleri olanları kırmızı kalemle işaretledik. Her seferinde kılık değiştirdiler ama davranışlarından onları tanıdık. Bu durumda önceki deneyimlerimizden yola çıkarak Covid-19 hakkında şunları sormamız gerekiyor:
- Acaba 11 Eylül’deki gibi “saldırı” sahte miydi? Böyle bir virüs hiç olmadı mı?
- Yoksa 11 Eylül’deki gibi saldırı gerçek ama failleri bizim sandığımız kişiler mi değildi? Yani bu virüs gerçekten var ama doğal yolla ortaya çıkıp bulaşmadı da tam da bizi korkutmak isteyenler mi bu salgını başlattılar?
- Acaba 11 Eylül’de olduğu gibi getirilen hak mahrumiyetleri koşulların düzelmesine ve tehdidin ortadan kalkmasına rağmen kalıcı mı olacak? Saddam ve Bin Ladin yok edildi, El Kaide’nin kafası koparıldı ama ABD’de güvenlik gerekçesiyle yapılan değişiklikler geri alınmadı.
Dipnotlar
[1] Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Wikileaks’te Ünlü Türkler, Kırmızı Kedi, 2012, 165-166.
[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87uval_Olay%C4%B1
[3] https://en.wikipedia.org/wiki/USS_Liberty_incident
[4] İlginç bir derleme için bkz: https://yahudiliknedir.wordpress.com/2022/05/21/swastika-yahudi-tescilli-markasidir/
[5] Örnek: https://odysee.com/@FredJAC:a/CH-fake:4
[6] https://21stcenturywire.com/2015/11/17/paris-attacks-10-reasons-this-event-looks-like-a-false-flag-op/
Rastlantı eseri, tam yazıyı koyarken yayınlanan bir video. Meraklısına. youtube.com/watch?v=tJ_CueVk1TE
BeğenBeğen