Eleştirel Düşünürü Güdüleyen Şey Nedir?

kuzular

Yıllar önce işe dolmuşla ve ÖHO’yla gidip gelmek zorundayken sürücü ve muavinlerin müşterilerine muamelesi ağırıma giderdi. Çünkü hayvan muamelesi yaparlar. “Biraz daha” sıkışmalarını emrederler, “arkadaki arabaya geçiver” derler, güzergahı değiştirirler, dolmamışsa beklerler, klimayı açmazlar, sert kullanırlar, öbür sürücüleri zor durumda bırakırlar, daha iki saniye önce indirdiği yolcunun üzerine sürer ve uzun süredir binmediğim için şimdi aklıma gelmeyen daha neler neler yaparlar. Polisin beklediği kavşaktan geçerken “eğil” buyruğuna karşı geldiğim için dolmuşçularla, saçma sapan sıkışma buyruklarına karşı geldiğim için ÖHO’cularla defalarca kavga ettim. Yolcu alamasınlar diye orta ve arka kapıyı sıkıştırıp açılmasını engellediğimi hatırlarım. Herhalde o yıllarda belediyeye en çok şikayet dilekçesi yazan bendim. ÖHO’cular beni dövdürmek için peşime adam bile taktılar. Gazete arşivlerini tararsanız belki bütün otobüsü dövme girişimlerine rast gelirsiniz. Ama gazeteler genelde haber yapmazlar böyle rezillikleri. Bunlar kadınlara sarkıntılık ederler, gazete bunu alır erkek düşmanlığı vesilesi yapar. Hani gazeteciler de pek yüksek duyguların insanları değildirler.

Tıklım tıkış otobüsleri konserve kutusuna benzetmek ünlüdür ve eskimiştir. Bu benzerliği kurabilmek için görsel düzeyde işlem yapabilmek yeterlidir. Yani neredeyse kertenkele beyniyle yapabileceğiniz bir saptamadır. Dolmuş ve otobüste sıkışmış insanın durumu onu hayvan yapmaz. Ama somuttan soyuta geçip bu insanların yolcuya muamelesini değerlendirdiğinizde asıl hayvan muamelesinin orada olduğunu görürsünüz. Sıkışıklık her zaman onur kırıcı değildir ama o muamele onur kırıcıdır ve sağlıklı bir insanın katlanacağı şey değildir. Bu adamlarla ettiğim günlük kavgalarımda onca kişiden hiçbir destek çıkmamıştı.

Bunların eleştirel düşünmeyle ne ilgisi var? Yıllar sonra birileri “ağızlık takacaksınız” dediğinde hiç itiraz etmeyip bu aşağılamaya katlananlar, işte onlar benim gibileri yalnız bırakan ve o aşağılayıcı muameleyi içselleştiren insanlardı. Bütün dünyaya zorla ağızlık taktırarak aşağılamaktan zevk alan bir avuç manyak acınacak halimize bakıp bakıp bize gülerken, bunlar ağızlık takmayanlara bilendiler. Küçükken tuttuğum iki yengeci birbirinin üstüne atar ve birbirleriyle boğuşmalarına gülerdim. Yengeç onu öbürünün üstüne benim attığımı ayırt edemiyor, saldırıya uğradığını sanıyor. Ağızlık takmayanlara ve “aşı” olmayanlara bilenen bu insanları gördükçe o aklıma geliyor. Bunlar kendilerine yöneltilen kötü davranışa direnmemeyi öğrenmiş kişilerdir. Bu kötü davranış dolaylı, davranışsal bir saygısızlık da olabilir, yalan söylemek de. Dolmuş ve ÖHO’daki aşağılama, modern insanın bugün içinde bulunduğu çöküşle karşılaştırıldığında önemsiz bir örnektir belki. Ancak oradan alınacak derslerle “ağızlık takmadan girmek yasaktır” aşağılamasından çıkarılacak dersler ortak olabilir. Sorun şurada ki, küçüğünden ders alamayan büyüğünden de alamıyor.

Bundan yirmi yıl önce ABD ve İsrail gizli servisleri New York’taki World Trade Center gökdelenlerini önceden yerleştirdikleri patlayıcılarla yıktılar. Bunu uçakları kaçırıp gökdelenlere çarpan Müslüman teröristlerin işi olarak gösterdiler. Bu küstah yalanı yutanlara bugün Covid-19’un tiyatro olduğunu anlatamazsınız. Veya elli ayrı noktada aynı anda orman yangını çıkmasının bir sabotaj olabileceğini anlatamazsınız. Çünkü yirmi yıl önce çıkarılacak dersleri çıkarmamışlardı. 11 Eylül bahanesiyle havaalanlarında ve uçaklarda maruz kaldıkları ve dolmuşları solda sıfır bırakan aşağılama ağırlarına gitmedi. İşte bu: Ağırınıza gitmeli. Kötü muameleye gerek yok bile; aldatılmak gücünüze gitmeli. Yalan ne kadar belirgin ve ne kadar büyük olursa o kadar ağırınıza gitmeli çünkü maruz kaldığınız aşağılama o kadar büyüktür. Yalanı yakalarsanız ve bu ağırınıza giderse bu size sonraki yalanları yutmamak için büyük bir güç verir. İnsanın duyguları arıza değildir. Sevgimiz olmasa bencil pislikler olurduk ve yardımlaşamaz, üreyemez ve sağ kalamazdık. Öfke ve gurur da sevgi gibi gerekli ve bizi sağ tutan duygulardır. Evrimsel süreç sevgisi olmayan insanları eleyip yok ettiği gibi kin, nefret, gurur gibi sözüm ona “olumsuz” duyguları olmayan insanları da yok etmiştir.

11 Eylül’ün resmi öyküsünün bir yalan olduğunu söyleyen uyarıcılarla karşılaştığında kişi şu hesabı yapar: Bu kişi doğru söylüyorsa bunun olası sonucu nedir? Bu kişi yanılıyorsa bunun olası sonucu nedir? Ama çoğu kişi hesabı yanlış yapar. Birinci olasılık, yani bu uyarıcının doğru söyleme olasılığı kişiye soğuk terler döktürmelidir. Çünkü bu iddia bütün dünya politikasını değiştirebilecek, tarihi yeniden yazmayı gerektirebilecek, basın-üniversite-politika üçlüsüne bakışımızı değiştirecek, uygarlığın kendisini sorgulatabilecek kadar köklü bir muhasebe yapmayı gerektirir. Yani yaşamsaldır; ölümcüldür. Öyleyse böyle bir iddia karşısında insanın onuru ve öfkesi devreye girmelidir.

Girmeyince ne olur? Kişi kendisine söylenen yalanı masaya yatırıp irdelemez. İrdelemediğinde bu adamlar nasıl çalışıyorlar, daha önce hangi yalanları söylemişler, kimlerin yardımını alıyorlar, farkında olmadan bunlara nasıl yardım ediyoruz, hangi yöntemleri geliştirmişler, gelecekte hangi yeni yöntemleri kullanacaklar gibi soruların yanıtını aramaz. Uyarıcılara kulak asmadığı ve olayı araştırmadığı için sözgelimi dev binaların kolonlarını bıçak gibi kesebilen patlayıcıların varlığından habersiz kalır.

Bundan habersiz kalınca ne olur? Ormanların aylar öncesinden yerleştirilen uzaktan kumandalı ateş başlatıcılarla veya dronlarla başlatılma olanağını akla getirmez örneğin. Bu olasılığı düşünemeyince ne olur? “Sosyal medyaya düşen” bir videoyla yengeçleşir, ormanları PKK’lilerin yaktıklarına inanmaya ve Kürt-Türk çatışmasını harlamaya hazır hale gelir. Veya ormanın elli farklı noktadan aynı anda kendiliğinden tutuşabileceği gibi iddialara inanmaya hazır hale gelir. Böylece “ormanlarımız küresel ısınma nedeniyle yanıyor” deme aşamasına gelir. Böylece enerji, yiyecek, su gibi temel ihtiyaçlarından vazgeçmesini sağlayacak yersiz bir suçluluk duygusuna kapılmaya hazır hale gelir. Ondan sonra ne orman köylerinin boşaltılmasına direnci kalır, ne karbon vergisine, ne banknotların ortadan kaldırılmasına, ne GDO’ya, ne zorunlu veganlığa, ne zorunlu aşıya, ne de deri altı çipe direnci kalır.

Bunlar domino taşları gibi birbirini izleyen olgulardır. Temel insan davranışı değişmez. Yalanın küçüğüne izin vermek, yalancıyı daha büyük yalanlar söylemeye çağırmaktır. Birinci zokayı yutan, kendisi hakkında pek çok gizemi oltacıya açık eder. Oltacı bu bilgiyi kullanarak her seferinde daha büyük, daha büyük zokalar hazırlar. Herhangi bir aşamada uyanan ve ağzından zokayı çıkaran kişi için zincir kırılmıştır; benzer zokayı bir daha yutmaz. İşte bunu sağlayan şey o güne dek yuttuğu zokaların ağırına gitmesidir. Bu sefer o oltacıyı gözlemeye ve onun gizemlerini öğrenmeye başlar. Böylece hazırlanan bir sonraki zokayı kestirebilecek duruma bile gelebilir. Bu kişi “hepimizi köle etmek için deri altı çip takmaya hazırlanıyorlar” gibi bir haber verdiğinde onu komplo kuramcısı olarak bir kenara iten, üstelik bunu eleştirel düşünme adı altında yapanlar o güne kadarki bütün zokaları yutmuş olanlardır. Bunların öfke, gurur, intikam gibi duyguları sanki insanlığın arızalarıymış gibi baskılama yanlısı olmaları şaşırtıcı değildir. Çünkü bunların eleştirel düşünür olmak için bir güdülenmeleri (motivasyonları) yoktur! Milyarların aldatıldığı ve koyun sürüsüne dönüştürülmeye çalışıldığı bugünün bağlamında eleştirel düşünür olmak için en büyük ve tek gerekçe aptal yerine konmamaktır; aşağılanmamaktır; sömürülmemektir.

Eleştirel Düşünürü Güdüleyen Şey Nedir?” için 6 yorum

  1. Bir tv programında bi kadın 11 eylülden önceki havaalanlarında ve konsolosluklardaki anılarını anlatmıştı. Anlattıkları bana masal gibi geldi çünkü ben bu işler hep şimdiki gibi sanıyordum. Onun anıları benim düşümdü. Yaşarken çevremizde olup bitenlere karşı çok büyük bir sorumluluk altındayız aslında. Yoksa birkaç nesil sonra bizim yitirdiğimiz gerçekler onların ütopyası olacak.

    Beğen

    1. Bu yüzden her yetişkinin gençlere karşı sorumluluğu var. Eskiden yaşam nasıldı, o dünyaya gelip yetişene dek ne değişti, bunları anlatmak yükümlülükleri var. Hele çocuk sahibi olanların kat kat fazla. 73-74 ve 79-80 yokluklarını ailem yaşamış ama bana anlatmadılar örneğin. Ekmek, şeker, yağ, tüp, benzin kuyruklarını anlatmadılar. Televizyonsuz yaşamı anlatmadılar. Büyük hata. Bugünkü gençler 1980 darbesini ve sonrasını da bilmiyorlar. AKP’den öncesini bilmeyen, dört yanı tekel şirketlerin sarmadığı, tanışmayan insanların birbirleriyle konuşabildikleri bir zamanı hatırlamayan bir kuşak yetişti. Basbayağı dünyadan habersiz, yaşamın ne olduğunu bilmeyen, içinde debelendiğimiz pisliğin dışında bir yaşamı düşleyemeyen bir kuşak yetişti. Basın-üniversite-hükümet üçlüsü tarafından giderek daralan bir sanal gerçekliğe hapsoluyorlar. Düşünmeyi öğrenmeye herkesten çok gençlerin ihtiyacı var.

      Beğen

      1. Az önce karıştırdığım 1996 tarihli Making PCR: A Story of Biotechnology kitabından bir olasılıkları değerlendirememe örneği:

        “1990’da ben bu projede çalışmaya başlarken yaşamı anlamayı sağlayacak ve sağlığı geliştirecek yeni teknolojiler sayesinde mucizevi bilgilere ulaşılacağı iddialarına hem ilgi duyuyordum hem de kuşkuyla yaklaşıyordum. New York Times’ın haftalık bilim sayfaları hemen her keşfin veya teknik ilerlemenin “kansere veya AIDS’e çare olabileceğini” yazmaktan geri durmuyordu. Bunlar nesnel habercilikten çok maceracı yatırıcımcıyı çekmeye çalışan tanıtım metinlerine benziyordu. İnsan Genomu Projesi’nin kaçınılmaz olarak öjeniye varacağı yolunda farklı ortamlarda yer alan karşı iddiaları ne kadar ciddiye alıyorsam bunları da o kadar ciddiye alıyordum. Her ne kadar her iki iddianın doğru veya yanlış olma olasılığı varsa da, fazla erken ortaya atılmışlardı.”

        Kitabın girişi bu tonda devam ediyor. Yazar, bir olasılığın orta düzeyde yapıcı sonucunu öbür olasılığın korkunç düzeyde yıkıcı sonucuna denk tutuyor. Bir yüzünde kansere veya AIDS’e geçici bir çare bulmak, öbür yüzünde küresel öjeni dalgası olan bir parayla yazı-tura oynamayı ahlaki buluyor. Tıpkı bugün bir yüzünde gelip geçici bir grip virüsüne aşı bulma olasılığı, öbür yüzünde sekiz milyarı hasta kölelere dönüştürme olasılığı bulunan bir parayla yazı-tura oynamayı haklı çıkarmaya çalışanlar gibi.

        Beğen

  2. “Acaba dogru olabilir mi diye sorgulamayanlar bunu bir de elestirel düşünce adi altinda yapiyorlar.” Akademisyenim ve sorgulamayip nerdeyse toptan tiyatroyu yutan ve toptan igne olan, yalan teste guvenen ve guvenmeyenleri kampuse sokmayacagini ilan eden bir universitede elestirel dusunce seminerleri veren (daha dün 3 kisinin bu konudaki profesyonel gelisim atolyesine katildim) sozde aydinlarla cevrelenmis durumdayim. Universite isbirligi bu tiyatronun cok büyük bir parcasi. Ve maalesef gençlerimiz geçmişten bihaber, bu parcanin tedrisatina mahkum. İs bu durumda daha da cok zokayi gören ailelere düşüyor. Yazi için çok teşekkürler. Tiyatronun sahnesinin tabelasina ışık tutmuşsunuz.

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s