“Bilimsel” Kitaplar, Sandığımız Şey Olmayabilir

Yuval Noah Harari’nin ülkemizde de çok satan Homo Sapiens ve Homo Deus kitapları incelemekle bitiremeyeceğimiz kadar çok yanlış bilgiyle, çarpıtma ve yanlılıkla dolu. Eleştirel okumanın adımlarından biri olan “Yazar bizden ne istiyor?” sorusunu sorduğumuzda Harari’nin okura ciddi bir ödev yüklediğini fark ediyoruz. Okurun doğru bildiği pek çok şeyi terk etmesini bekliyor. Özetle birinci kitapta doğru bilinen birçok şeyi bıraktırmaya, ikinci kitapta bunların yerine kendi doğrularını aşılamaya ağırlık veriyor. Bu kısa yazıda bu kitapların salt birer düşünce ürünü olmadıklarını gösteren bir belge sunacağım. Bu gibi popüler bilim kitaplarının “bilimsel” kaygılarla değil, ideolojik ve politik kaygılarla hazırlanıp yayınlanıyor olabildiğinin bir örneğini göreceksiniz.

Bir okurumun uyarısı üzerine Homo Sapiens kitabının Türkçe ve İngilizce baskılarındaki küçük metin farklılıkları olduğunu gördüm. Sayfa sayfa karşılaştırmamış olmakla birlikte bu farkların bir hata değil, yerelleştirme amaçlı birer tasarım olduğunu gördüm. Ulaştığım sonucu doğrulamak için kitabın Türkiye’deki yayıncısı Kollektif Kitap’a sordum, doğruladılar. Kitabın metninde yayınlandığı ülkeye göre küçük değişiklikler yapılmış. Şu iki bilgiyi masaya koyduğumuzda, bu çabanın yazarın boyuu aştığını rahatlıkla anlayabiliriz:

  • Kitabın çok az okunacağı belli olan dillere bile çevirisi yapılmış.
  • Kitapta bu ülkelerin koşullarına göre yapılacak değişiklikleri yazarın yapması olanaklı değil. Yani yazar birçok ülkenin yerel koşullarını tek tek araştırıp metni değiştirebilecek durumda değil.

Demek ki yayıncının bu yönde çabası var. Bu elbette bilimsel bir bulguyu insanlıkla paylaşmak, toplumlara gerçek bilgiyi taşımak gibi özgeci kaygılarla altına girilen bir çaba değil. Demek ki bir noktada “yazar bizden ne istiyor” sorusunun da ötesine geçip “yayıncı bizden ne istiyor” diye sormamız gerekebiliyor. Çünkü düşündüğümüzde, aslında elimizde tuttuğumuz kitabın var edicisi tek başına yazar değildir. Onun sözünü taşımayı üstlenmiş yayıncı da o kitabın yaratıcısıdır. Televizyonda bir haber dinlediğimizde “şöyle bir olay olmuş” deriz. Aslında bu yanlış bir bilgi aktarmadır. Doğrusu şudur: “Şu kanaldaki şu kişi şöyle bir olay olduğunu söyledi.” Aynı mantıkla, “kitabın yazarı şunu diyor” biçiminde aktarmanın eksik olduğunu öne sürebiliriz. “Yayıncı, kitabın yazarının şunu dediğini aktarıyor” biçiminde düzeltebiliriz.

Şimdi kitabın çevirileri arasında keşfedebildiğimiz farkları sıralayayım.

Türkçe baskının 159. sayfasında yönetici kadınlara örnek olarak Kösem Sultan verilmiş. İngilizce baskıda bu yok, bunun yerine İngiltere kraliçesi Elizabeth örnek veriliyor.

 

Çince çeviriye baktığımızda bu ikisinin yerine İmparatoriçe Sişi (Cixi) örneğini görüyoruz.

Türkçe baskının 206. sayfasındaki çizelgede verilen örnekler arasında Türkler de yer alıyor. İnternetten ulaşabildiğim hiçbir çeviride bu çizelgede Türkler yer almıyordu.

Türkçe baskının 248. sayfasındaki kentler arasında sayılan İstanbul, başka hiçbir baskıda bulunmuyor. Bunun yerine İngilizce baskıda Tokyo, Brezilya baskısında Sao Paulo, Çince çeviride Taipei örneklerini görüyoruz. Okuyucuyu duygusal olarak etkilemek, kitaba (ve aşıladığı fikirlere) ısındırmak amaçlanıyor.

Türkçe baskının 366. sayfasında bir paragraf, İngilizce baskıda tamamen farklı. Türkçe baskıda okurun AB’ye ısındırılmaya çalışıldığını görüyoruz. İngilizce baskıda ise geçmişte İngiltere ve Fransa arasındaki gerginlik ve ABD ile Çin arasındaki ticaret örnek verilmiş. Çince baskıdaki paragraf Çinlinin bakış açısına göre ayarlanmış; Japonya ve Güney Kore arasındaki savaş ve ticaret olasılıkları örnek veriliyor.

Yine 366. sayfadan bir başka paragrafta yayıncının yerelleştirme operasyonunun ne denli çarpıcı olabileceğinin bir başka örneğini görüyoruz.

Modern dünyada savaşın, tarihte ilk kez işe yaramaz bir çaba durumuna geldiğini bizi inandırmaya çalışırken yazar diyor ki, “Çin tankları Kaliforniya’ya çıkmadan önce oradaki beyin gücü çoktan Hindistan’a kaçmış ve şirketlerini ve operasyonlarını orada kurmuş olurlardı.” Yani Çin’in bundan bir kazancı olmazdı. Çin baskısında okur ürkütülmemek için Çin tankları kaybolmuş, Kaliforniya’ya Rus tankları gelmiş!

Bu eğer bilimsel bir kitap olsaydı ve yazar kendi tanık olduğu gerçekliği sunmaya çalışıyor olsaydı, okura sevimli görünmeye çalışmazdı. Küreselleşmenin düsturlarından biri aynı ürünü yerelleştirerek bütün küreye satmaktır. Böylece alıcının ürünü tanıdık bulması ve yadırgamaması sağlanır. Satıcı, düşük maliyet ve tam denetim gibi avantajlardan yararlanır.  Kola reklamında iftar sofrası görmemizle bu kitapta bunları görmemiz arasında bir fark yoktur. Düşünceler de bütün insan varlığı gibi küreselleştirilmeye çalışılıyor. Maliyeti düşük olsun, tek bir merkezden denetlenebilsin, tasarlanabilsin, yönlendirilebilsin, öngörülebilsin diye. Bu kitaptaki yerelleştirmeyi yapan yayıncı ise yazar bundan kesinlikle haberdardır. Yazar ülke ülke gezip imza günlerinde bulunuyor, röportajlar veriyor. Bu saatten sonra kullanılmış mendilini piyasaya sürse satacağı kesindir.

Bu yalnızca bir örnekti. “Çok satanlar” listesindeki her kitabı eşelesek kim bilir neler bulacağız. Sonuçta elimizde tuttuğumuz kitapta gerçekle aramıza çekilmiş türlü türlü perde olabileceğini akılda tutmamız gerekiyor. Çeviri hataları, yerelleştirmeler, safsatalar, çarpıtmalar, yanlılıklar ve daha fazlası. Bilimsel olsa bile bir kitabın yayınlanma zamanlaması bile yanlılık içerebilir. Çünkü söz, bağlamına göre anlam kazanır. Kitabın kapağında kullanılan renkler bile o bağlamı oluşturabilir.

“Bilimsel” Kitaplar, Sandığımız Şey Olmayabilir” için 3 yorum

  1. Harari’nin kitaplarını okumadım ama bir dönemin meşhur belgesel serisi Zeitgeist başta söylediğiniz işi yapıyor. 2 Bölümlük serinin ilk 1.5 bölümünde izleyiciyi tanrının yokluğuna ikna etmeye çalışıp küreselcilerin işlerinden bahsediyorlar. Daha sonra da “peki biz şimdi ne yapacağız, her tarafımız kuşatılmış durumda ve bize yardım edecek bir tanrı da yok!” diyen izleyiciye “venus project” adlı new age temalı bir çözüm sunuyorlar. Yani belgeselin bilgilendirme amacından çok ideolojik bir amacı var. (Detaylar için “Zeitgeist Ne Anlatıyor” kitabı okunabilir)

    Ben bu yerelleştirme meselesinden bahsetmek istiyorum. Örneği, özellikle gençlerin yoğun ilgi gösterdiği çevrimiçi rekabetçi bir oyun üzerinden yapacğım; League of Legends.

    Oyunun üreticisi sonradan Çinlilerin satın aldığı ABD merkezli “Riot Games” firması.(Sorsan kavgalı ülkeler) Bu adamlar yıllar önce Türkiye’ye geldiler, burada ofisleri var. Oyunun popülaritesi artsın diye futbol kulüplerinin de katıldığı profesyonel bir ligi var ki, bu lige küresel ve yerel şirketler destek oluyor, Netflix oyunun dizisini çekiyor. Yetmiyor, hiçbir batı ülkesine nasip olmayan şey bize oluyor ve avrupanın en büyük “E-spor arenası” Ataşehir’e kuruluyor. Ayrıca twitch yayıncıları da şirket tarafından destekleniyor, uluslararası ve yerel organizasyonlara götürülüyorlar. Hatta bir tanesi Coca-cola tarafından ulusal kanala bile çıkarıldı, o reklamı başka bir yazıda anlatırım.

    Oyun çıktığından beri ücretsiz (Free to play) ve türkçe, ama sadece türkçe değil, ayrıca yerelleşmiş bir halde. Ülkenin tanınan dublaj sanatçıları, sadece türk insanının bileceği içeriklerle oyuna dublaj yapıyor. “Yaylalar yaylalar” türküsünün oyunun kurgusal evrenine uyarlanmış halini bir karakterden duyunca başta şaşırıp mutlu oluyorsunuz ama zamanla bunların oyunu iyice benimsetmek için yapıldığını anlıyorsunuz.

    Oyunun kendisinden bahsetmeye çok da gerek yok. Yıllarca oynayıp bir şekilde bırakabilen birkaç kişinin anlatacaklarını dinledikten sonra “bu kişi bir video oyunundan mı bahsediyor yoksa uyuşturucu madde bağımlılığından mı” diyebilirsiniz. Bundan başka ailelere uyarı yapmaya gerek görmüyorum, mesajı almış olmalılar.

    (Bu arada, “Kuran başka bir dile çevrilemez” diye düşünenler, muhtemeldir ki sizin çocuklarınızdan bazıları da yerelleşmiş ve tamamen türkçe olan bu oyunu oynuyorlar. Şimdi ellerine arapça bir Kuran verin, bakalım ne yapacaklar)

    Beğen

    1. Zeitgeist’i 11 Eylül konusundaki gerçeği (birinci aşamasını) söylediği için çok kişiye tavsiye etmiştim. Aaron Russo’nun Rotschild’le kısacık konuşması için bile izlemeye değer. Küresel çetelerin amaçlarını çok da gizlemeye çalışmayıp açık ettiklerini gösterdiği için çok çok değerlidir. Sonra çıkan Zeitgeist’ların hiçbirini kimseye tavsiye etmememin de nedenidir.

      Beri yana bakarsak, yüz binlerce kişinin bu konuşmayı dinleyip hiç bir şey olmamış gibi hayatlarını sürdürdüklerini görmek de önemlidir. 19 yıl sonra virüs hakkında insanların gözünün içine bakarak apaçık yalanlar söyleyebildilerse bunları gördükleri içindir. Göstere göstere yapmaktan haklı olarak zevk alıyorlar.

      Bu konuşma kaydı o belgeselde durup dururken Rotschild adının komplo kuramlarına haksız yere malzeme olduğunu öne süren yayınların varlığını görmek de dehşet vericidir. Yani “öyle aptal, öyle aptalsınız ki, adamın kendi ağzından söylediği niyetinin gerçekdışı olduğuna sizi inandırabiliyoruz” demiş oluyorlar. Böylesine aptal bir yığını bugün kampanyaya başlasanız dünyanın düz olduğuna inandırmanız en fazla bir kaç yıl alır.

      Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s