Saçmalığa Doyduk
Akıl almaz biçimde parkları, kıyı şeritlerini yasaklayan valiler, belediye başkanları, üniversite kampüslerindeki açık gezinti yerlerini kapatan rektörler, mantıksız zorlamalarla sakinlere sıkıntı veren huzurevi ve öğrenci yurdu yöneticileri ve bunlara soracak olsak suçu atacakları merkezi hükümet… Hepsi de ne kadar eleştirel düşünebildiklerini gösterdiler. Mantık, deneyim, matematik gibi koşullara tepki vermeyen, öngörülemeyen davranışları var. Çelişkili davranışlarından birkaçını listeliyorum. Sizin ekleyecekleriniz varsa yazın.
- “Güvenli mesafenin” maskesizken de, maskeliyken de 1.5m olması.
- İnternetten yolculuk “izni” almak isteyen yaşlının PTT’den şifre alması gerekmesi ama evden çıkmasının yasak olması.
- “İzin” isteyen her yaşlıya otomatik olarak verilmesi.
- Bayram gerekçesiyle çok gerekliymiş gibi tatlıcılara çalışma izni verilmesi ama kimsenin kimseyi ziyaret etmesine izin verilmemesi.
- Çalışmanın yasaklanması ama banka kredilerinin dondurulmaması.
- Virüs sanki atmosferde geziyormuş gibi açık havada, parkta, piknik yerinde, ormanda gezmenin yasaklanması.
- AVM içindeki lokantaların açılmasına izin verilmesi ama AVM içinde yürürken maske takmanın zorunlu olması.
- Otobüste, uçakta koltukların yarısının boş bırakılması.
- Yerlerin dezenfekte edilmesi, yere dokunan varmış gibi.
- Arabada birden fazla kişi varsa maske takmasını istemek.
- “Karın da maske taksın, arka koltuğa geçsin” diyen polis (birinci ağızdan duyum).
- Sokak itlerini besleyenlere “kamu hizmeti” yaptıkları gerekçesiyle ayrıcalık tanınması. Bagaja bir torba kuru mama veya bir kaç kemik at, nereye gitmek istiyorsan git. Virüsün hayvanda türediği varsayılıyor ama sokak hayvanlarıyla sarmaş dolaş olan hastalıklı kişilerin temiz oldukları varsayılıyor.
Bütün bunlar size sağlıklı zihinlerden çıkmış gibi görünüyor mu?
Habere Gel
https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-51576487 http://archive.vn/DtZ5p
Aylarca bunun gibi yüzlerce “haber” yayınlandı. Kullanılabilir hiç bir bilgi vermiyor. İllere göre günlük vaka sayısı yok. Son günlerdeki yeni vaka sayısı yok. Kümülatif sayılar hiçbir işe yaramaz, kullanılabilir bilgi değildir. Hiç bir haber kaynağı grafik çizmiyor. Oysa salgın gibi bir olguyu grafiksiz anlayamazsınız. Hükümet, halka açık olması gereken bilgileri gizliyor. Basın, hükümet yalakası olduğu için hükümeti bu bilgileri gizli tutmakla suçlamıyor. Tersine, bakanın verdiği anlamsız, işe yaramaz kuru sayıları yorumlamadan paylaşıyor. Salgının başından beri arama sitelerinde yaptığım yarım saatlik aramalar beni aynı sonuca çıkarıyor: Yerleşime göre ayrılmış günlük yeni vaka sayısı, hastanelerdeki durum gibi işe yarar sayıları yayınlayan veya bilgilerin gizli tutulmasını hakkıyla yorumlayan hiç bir haber kaynağı yok. Sağlık bakanlığının vermediği güncel veriyi bir ABD üniversitesinin sitesinde buluyoruz. Hiç kimse risk etmenini hesaplayamadığı için belki tek bir virüsün olmadığı bir kasabada insanlar eve kapanıyor, maske ve eldivenle kendilerine eziyet ediyorlar. Belki çok büyük yoğunluğun bulunduğu bir semtte insanlar otobüse binerek hiç değmeyecek riskler alıyorlar. Anlamlı sayıları yayınlayan hükümet yok, yayınlasalar anlayıp yorumlayacak gazeteci yok. Karanlık üstüne karanlık.
Açık havada veya arabasının içinde maskeyle gezenleri görüyorsunuz. Bunların içinde yükseköğrenim görmüş olanlar var. Bu kişilerin davranışlarına korku egemendir, us ve bilgi değil. Gerçek bir korunma sağlayıp sağlamadıklarını düşünmüş değiller, maskeyi takarken kendilerini güvende hissetmek istiyorlar yalnızca. Basın şirketleri, öbür şirketler ve hükümet yukarıda örneği verilen bilgi yoksunu haber ve söylemlerle bu kişilerin duygularını ele geçirmiştir. Kurumların yoğun aşılaması altında bilginize olan güveninizi yitiriyor ve tutarsız davranmaya başlıyorsanız bu tehlikeli bir göstergedir. Eleştirel düşünebilmek isteyenler, düşünürken hata yapmamak isteyenler, her oltaya gelmemek isteyenler buna dikkat etsinler.
Balık Hafızası ve Karışan Öncelikler
Salgından önce kullan-at kağıt ve plastik ambalaj ve temizlik ürünlerine soğuk bakanların ne kadarı bu önceliklerinden vazgeçtiler, merak ediyorum. Koca kent belediyeleri bile geri dönüşüm işini ciddiye almazken şimdi daha önce kullanılmayan ambalaj ve temizlik malzemeleri kullanılmaya başlandı. Eve kapanmamızı emretmeyi çok iyi bilen hükümet ve şirketler acaba bu konuda ne yapacaklar? Büyük Okyanus’un ortasında kıta büyüklüğünde bir plastik parçacık çorbası olduğundan habersiz halk, çöpe attıkları her ince naylonun uçuşarak denize vardığından ve balıkların içinde sofrasına geri geldiğinden habersiz halk, bu kadar abartılı korkutmanın ardından bu ürünleri terk etmeye ikna edilebilecek mi? Daha birkaç ay önce plastik torbaları parayla satma yasası çıkaran hükümet ve şirketler müşterinin meyveyi sebzeyi seçerek almasını engellemek için hepsini ücretsiz torbaya soktu. Hastanelerin önü çöplük gibi; dışarı çıkan eldivenini, maskesini yere atıyor. Düşünmeyi unutan, korkularının denetiminde yaşayanlar salgın koşullarında alınan bu önlemleri kalıcı yapmaya kalkacaklar. Bu da daha fazla çöp, daha fazla doğa kıyımı olarak geri dönecek. Bundan sonra gereksiz tüketimi önleme ve geri dönüşümü geliştirme girişimleri nasıl ilerleyecek bakalım.
Su ve sabunun kolaylıkla yapabileceği bir iş için dezenfektan satmak da benzer bir sorun. Bunların içinde kanserojen olanı var, sertifikalı olanı var, etkisiz olanı var. Oturup bir de bunları ayıklamaları gerekecek. Virüsten korunmak için kanser ve alerji riskine katlanmak gibi bir hesap mı yapılıyor?
Salgın gerekçesiyle ABD’de doktorlara uzaktan tanı koyma yasağı kaldırıldı. En başta böyle bir yasak neden vardı ki? Artık doktorlar hastaya neredeyse dokunmuyorlar bile, bir kaç cümle şikayet dinleyip teste gönderiyorlar. Önceliğimiz doktor-hasta ilişkisinin düzgünlüğü müdür, yoksa doktorların rahatı mı?
Önceliklere doğru karar vermek de sistemli düşünmenin bir parçasıdır.
Sözcüklere Dikkat
Hükümetler ve şirketler “yeni normal” sözünü kafamıza çakmaya başladılar bile. Tıpkı 11 Eylül sonrasında papağan gibi “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” demeleri gibi, haksız yere daraltılmış hareket alanımızı kanıksamamızı istiyorlar. Mantıksızlık, tutarsızlık, eziyet ve anlamsızlık yeni normalimiz olacakmış!
Bakın, bu çok ilginç bir olgu: ABD ve Avrupa basınında birileri bir işaret vermiş gibi herkes bu sözü kullanmaya başlıyor. Daha yirmi dört saat geçmeden Türkiye’de hükümetler ve şirketler bu sözü, üstelik aynı çeviriyle kullanmaya başlıyorlar. Tıpkı “sosyal mesafe” veya “evde kal” gibi. Biri kötü çeviri, öbürü de kaba. Ama hepsi sözbirliği etmiş gibi kullanıyor. 1984 romanını okuyanlara tanıdık gelecektir. “Yenikonuş” (yeni baskıda “yenisöylem” diye çevriliyor) böyle bir şey. Olgulara verilecek adlar standart. Yine kötü çeviriler olan “şiddet”, “hoşgörü” gibi sözcükler sanki bilimsel terimmiş muamelesi görüyor. Çeviriyi düzelterek, anlam kaymasına direnerek “kaba kuvvet” veya “katlanma” demek istediğinizde kabul görmüyor. Gerçi bu işin teknik yanı.
Asıl ürkütücü olan bu kadar kişinin lambayı açıp kapatır gibi koro halinde aynı sözcükleri ve söylemi benimsemesi. Bunun iki nedeni olabilir: Ya gerçekten tek bir merkezden yönetiliyorlar ve robot gibi komutla çalışıyorlar ya da o kadar koyunlaşmışlar ki biri zıplamaya başladığında hepsi onu izliyor. Gerçek, çoğu zaman bu ikisi arasında bir yerdedir. Hem Batı basını, hem Türk basını zaman geçtikçe tekelleşmektedir. Bu tekelleşmeye paralel olarak bu ortamı dolduranların zeka düzeyleri de düşmektedir. Koşulsuz itaat, eleştirel düşünceyle bağdaşmaz.
Çocuk Muamelesi
https://www.coronavirus.gov http://archive.is/kA3t8
Bu, ABD sağlık bakanlığının salgın sitesi. Gavurların “nanny state” (dadı devlet) dediği olgunun görüntüsü adeta. Ziyaretçilere bilgi vermek yerine akıl veriyor. Benim yerime, benim adıma karar veriyor.
Türk sağlık bakanlığı sitesi de buna çok benziyor. Anasayfa herkese nasıl davranması gerektiğini öğütleyen uyarılarla dolu ama bilgiden yana pek bir şey yok. Bu, hükümetin halka sırtını dönmesidir, iletişimi kapatmasıdır.
Şirketler de farklı davranmıyorlar. En ilgisiz şirketin bile anasayfasına girdiğinizde yüzünüze sallanan bir parmakla karşılaşıyorsunuz. Selam vermeden, hoş geldin demeden önce açılan pencereyle bana nasıl yaşamam gerektiğini söylüyor. Mağazaları yeniden açan perakende zincirleri, müşterinin maskesiz girmesine izin vermiyor, başkalarına 1.5 metreden fazla yaklaşmasına izin vermiyor, mağazanın önünde sıraya diziyor, bütün yüzeyleri kanserojen antiseptiklerle sıvıyor ve bu eziyeti müşteriye “senin güvenliğin” diye satmaya çalışıyor. Görülmemiş küstahlık.
Apple, Google, Facebook gibi ABD hükümeti ile kol kola olan şirketler bu salgını kullanıcı mahremiyetini çiğnemek için bahane yapmakta çok hızlıydılar. “Sana ne diyorsam onu yap, sonra da paranı bana ver. Ben senin dostunum.” Elbette gülüm!
Türk hükümetiyle cep telefonu şirketleri işbirliği yaparak insanları sosyal mesafeye zorlamakta pek hızlıydılar. Telefonundan “evden çıktın, geri dön” mesajı alan bir sürü kişi oldu. Bankalar para kazanamayan bunca insanın yüzüne baka baka kredi ödemesi talep ettiler. Hükümet de yurttaşların elini, kolunu tutuverdi banka rahatça dövsün diye.
Aynı bankalar insanların akıldışı korkusunu ve sıkıntısını daha fazla kâra ve egemenliğe çevirmenin yolunu buldular. Temassız ödemeye çağırıyorlar. Bu rezil kampanyanın “sağlık, güvenlik” vb. gerekçelerle salgın bittikten sonra da sürmesi olası. Dönüp dönüp salgını hatırlatacaklar insanlara ve nakit paranın, böylece özgürlüğün sonunu getirmek için baskı yapacaklar. Sırf bunun için AVM ve çarşılarda maskesiz gezmeye, sokağa çıkma yasağını delmeye değer. Çünkü gördükleri her maskesiz kişi, düşünemeyen, duygularıyla hareket eden, en küçük bir korkutmada her şeyinden vazgeçen bu insanların tehdit algısını hafifletiyor.
Gün aşırı aşı haberleriyle insanların zihnini meşgul eden basın şirketleri, “koronavirüs aşısı” diye bir şeyi önümüze getirdiklerinde kafamıza çakacaklar, belli oldu. TTB gibi bilimselliğinden, iyi niyetinden, sermayeden bağımsızlığından hiç kuşku duymadığımız (!) onurlu meslek odaları bu aşının zorunlu olması gerektiği yönünde görüş bildirecek. Ondan sonra da doktorluk mesleğine olan saygının ve güvenin azalmasından yakınmayı sürdürecekler.
Şimdi bu hükümetlerin, şirketlerin birer kişi olduklarını düşünün. Aralarından su sızmayan ama sizinle böyle iletişim kuran, burnundan kıl aldırmayan kişileri kendinize ne kadar yakın bulurdunuz? Onları dostunuz sayar mıydınız? Güvenilir bulur muydunuz? Yoksa sizden bir şey gizlediklerinden mi kuşkulanırdınız? Pek çoğumuz için ikincisi doğru. Nitekim çevrede gözlenen de budur.
11 Eylül gibi bir tiyatroyu terörist saldırı, kimya fabrikası olan Auschwitz’i ölüm kampı, astronotun rüzgarından dalgalanan bayrağı Ay yüzeyinde, 15 Temmuz’u önlenmiş darbe girişimi diye yutturmaya kalkanların dünyasında her türlü hiyerarşinin üst basamaklarına olan güven durmadan aşınıyorsa bunun tek sorumlusu güvensizlik krizi içinde hatalar yapan sıradan yurttaş mıdır? Dünyanın düz olduğuna inananlar alay edilmeyi mi hak ediyorlar, yoksa neden böyle yanılabildiklerini anlamaya çalışmamızı mı? Yeni tip koronavirüsün laboratuvarda geliştirilip salınmış bir biyolojik silah olduğuna inananları aşağılamak ve gülmek kimin işine yarıyor? Bu davranış kimin ekmeğine yağ sürüyor, düşünün.
İnsanların yaşamları hiç olmadığı kadar şirket ve devletle çevrili durumda. Yani bire bir görüştüğünüz, gerçek insan ilişkisinde bulunduğunuz insanlar sizin sağkalımınızda, gönencinizde görece küçük bir pay sahibi. Eskiden böyle değildi. Bu durumda kendini güvende hissetmek isteyen kişilerin şirkete ve devlete güven duyabilmesi gerekiyor. İşte o güveni duyamayınca “cahil” diye, “bilim düşmanı” diye ne kadar aşağılarsan aşağıla, ne kadar “eğitmeye” çalışırsan çalış kendini güvende hissetmiyor. Ve en temel varsayımları, en alt düzeydeki dogmaları, bilgileri, sezgileri bile (yerkürenin yuvarlak olduğu vb.) sarsılmaya başlıyor. Daha önce güvenilir bulduğu okulu, kitapları, ansiklopedileri, bilirkişileri artık sorguluyor. Ama bu sorgulama çok ağır bir iştir. Herkes yapamaz. Hiçbir şeye güvenmeyip her şeyi sorgulayamayız. Kesinliğe ulaştırdığımız, kuşku duymadığımız doğrularımızın olması gerekir. Onları basamak ve ölçüt olarak kullanır ve yeni bilgileri ayıklarız. Bu şekilde basamakları tırmanırız. Önceki basamaklardan birinin eğri olduğunu anladığımızda geri döner ve düzeltiriz. Ama en alt basamaklardan (ör. yerin biçimi) kuşku duymaya başlayıp da bu kuşkunun gereğini yapacak yüreğe ve yönteme sahip olamıyorsak başımız belada demektir.
Hoş, salgın hakkındaki yanlış söylentilere inananları bilim karşıtı veya cahil olmakla suçlayanlar aslında kendilerinin ne kadar bilimsel düşünebildiklerini gösteriyorlar. Böyle bir ortamda herkesin aşırı nüfusu ve aşırı kırılgan enerji ve tedarik zincirlerini konuşması gerekirdi. Ama pek bilimsel abiler ve ablalar bu konulara girmiyorlar bile. Konu sanki virüsmüş gibi gerçek ölüm oranı ne, hangi ilaç, aşı bulundu mu gibi ikincil önemdeki ayrıntılarla zihinleri meşgul ediyorlar. Salgın geçtikten sonra basında hâlâ aşırı nüfusun tartışıldığını göremeyeceğiz. Ondan sonra birileri çıkacak, Bill Gates, Rothschild gibi adamların gizli nüfus azaltma projelerini konuşacak. Anlasana artık, senin budalalığın azaltacak nüfusu, onlar yalnızca vesile.
Bu ortamda eleştirel düşünmenin önemi giderek artıyor. “Bilim karşıtı” olmadan, sansasyoncu bilgi kirliliğine kapılmadan, yargıda bulunmakta acele etmeden soğukkanlılıkla düşünmek gerekiyor. Öte yandan “komplo kuramcısı” olmaktan veya alaya uğramaktan korkmamak da gerekiyor. Dünyanın düz olduğuna inandığını söyleyenleri aşağılamadan onlarla konuşalım. Kırk yıl önce yayınlanmış çizgiromandaki “koronavirüsü” gösterip bunun planlı bir şey olduğunu söyleyenlere hatalarını düzeltecek bilgi verelim. Salgınla ilgili pek çok hazırlığın önceden yapıldığını kanıtlarıyla gösterenleri komplo kuramcısı olmakla suçlamayalım. Bir kaç doğru ve değerli bilgi verdi diye bir video kanalını yazılı ve kalıcı bilgi kaynaklarının üstüne çıkarmayalım. Mantığın, usun iyiden iyiye karartıldığı böyle olayları kendimizin ve çevremizin eleştirel düşünme bıçaklarını bilemek için kullanalım. Saçmalıkları kanıksamayalım, buna alışmayalım. Virüsler öldürecek veya öldürmeyecek, gelip geçecek. Ama yitirilmiş özgürlükleri, bozulmuş mantık örgüsünü, gerileyen zeka düzeyini ve sağduyuyu onarmak çok zor olacak.
Maskeden önce güvenli mesafe 1 metreydi aslında. Sayı giderek artıyor. İnsanların kalabalığa girmemesi için kısıtlamalar gelirken turizm nasıl canlandırılır, yabancı turistler için ne gibi düzenlemeler gerekli planı yapılıyor. Haberlerde kahve getiren garson robotun tanıtımı vardı. Salgın zamanında kafede kahve içmek çok gerekliymiş gibi. Toplu mekanlar kapatıldıktan sonra alanların hemen dezenfekte edilmesi ve bunu yapanların iyi bir şey yapmış gibi gösterilmesi. Sokaklarda zeminin dezenfekte edilmesi. Yapılan masraflara acıdım.
BeğenBeğen
Bir de, yaşlı ve çocukların evlere tıkılması sonra da hepsinin aynı anda salınması.
BeğenLiked by 1 kişi
Elinize sağlık güzel bir yazıydı.
BeğenBeğen