Kadir Has Üniversitesi’nin her yıl yaptığı bir anket çalışması var: Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması. Bu araştırmanın 2018 raporunu eleştirel yöntemle okumayı deneyeceğiz. Anket raporunu şuradan indirebilirsiniz: TSSEA2018 Kadir Has
Bu ankette Türkiye’nin 26 ilinde 18 yaş üzerindeki bin kişiyle yüz yüze görüşülmüş, kısa sorular yöneltilip yanıtları çözümlenmiş. Sorular şu başlıklar altında öbeklenmiş: Siyasi ve etnik yapı, Türkiye ve sorunları, siyaset, ekonomi, dış politika, Kürt sorunu, terör, sosyo-kültürel göstergeler.
Öncelikle anket sorularına genel bir bakışla, bu soruların kişilerin nasıl yaşadıklarıyla, ne yaptıklarıyla doğrudan ilgili olmayıp akıllarındaki ve gönüllerindeki keşfetmeye çalışan sorular olduğunu görmeliyiz. Örneğin “Ayda kaç kilovat elektrik yakıyorsunuz?” gibi nesnel yanıt gerektiren sorular veya “Hiç trafik kazası geçirdiniz mi?” gibi somut deneyimlerle ilgili sorular görmediğimizin farkında olmalıyız. Deneklerin ne düşündükleri ve neye inandıkları soruluyor. Bu kendi başına bir arıza değildir. Anketin konusu bu olabilir. Ancak somut deneyimleri sormak başka, düşleri, düşünceleri ve duyguları sormak çok başka şeydir.
İkincisi, sorular konuları gereği bolca mecaz içeren sorular. Eleştirel Okumaya Giriş yazısında mecazların önemine değinmiştik. Soruları kısalttığınız oranda daha kapalı, daha karmaşık ve daha soyut olurlar. Bu da alacağınız yanıtları geceyle gündüz gibi değiştirebilir. Eleştirel Düşünmeye Giriş videosu içinde küresel ısınma anketi örneğinde bunu göstermiştik.
Üçüncüsü, “Hükümetin ekonomi politikalarını başarılı buluyor musunuz?” gibi soruların sıradan insanlara, yani iktisat diploması sorulmayan veya ekonominin temel kavramlarını bilip bilmediği sınanmayan insanlara yöneltildiğine dikkat etmeliyiz. Anketi yapanlar bu soruları yanıtlamak için herhangi bir yetkinlik gerekmediği görüşünde olan insanlar. Burası önemli.
Dördüncüsü, “Türkiye’nin dış politikada hangi ülkelerle işbirliği yapması gerekiyor?” gibi soruların hem belli bir bilgi birikimi gerektirmediği, hem de herkesçe aynı şekilde anlaşılan net, açık sorular olduğu varsayılıyor. Örneğin ekonomik olarak kiminle, askeri olarak kiminle işbirliği yapması gerektiği ayrı ayrı sorulmuyor. Örneğin daha önce Türkiye’nin imzaladığı işbirliği anlaşmalarının ilerletilmesi gibi ayrıntılara girilmiyor. “Türkiye’de yargı siyasallaşıyor mu?” (sayfa 32) sorusu fazla bulanıktır, siyasallaşmayla neyin kast edildiği belirsizdir. Yargıçların partili olması mıdır, yoksa diyelim ki hükümetin davalara müdahalesi midir? “Türkiye dindar mıdır, laik midir?” (sayfa 83) sorusu anlamı herkese göre değişen, bulanık, işe yaramaz sözcükleri kullanıyor. Bu soruları sormak bir hata, soruyu işitenin anlamış gibi yaparak yanıt vermeye çalışması ayrı bir hatadır. Son söylenecek olanı baştan söyleyelim: Soruların yöneltildiği kişiler bu soruları yanıtlama yetkinliğinden çok ama çok uzaktırlar. Eleştirel Okuma İkinci Ders’te açıkladığım eski dünyanın bilgi uçurumu modern dünyada da ne yazık ki sürmektedir.
Beşincisi, soruların hemen hepsinin çoktan seçmeli soru olduğunun farkında olmalıyız. Bunun önemini soru safsataları bölümünde açıklamıştık. Sunulan seçeneklerin dışında yalnızca “fikrim yok” seçeneğini görüyoruz. Örneğin “bu soruyu bana değil, filancaya sormalısınız” diyen veya sorunun yanlış veya saçma olduğunu düşünen veya seçeneklerin yetersiz olduğunu söyleyen bir deneğin yanıtı sonuç çizelgelerinde temsil edilmiyor. Bana “OHAL demokratik hakları zedeler mi?” diye sorsalar (sayfa 81) ben derdim ki: “Bu ne biçim soru? OHAL zaten demokratik hakların askıya alınmasına verilen addır.” Bu tür yanıtların hepsi “fikrim yok” seçeneği altında sayılmış olmalı.

Altıncısı, soruyu soranların kendi kavramlarını bir biçimde deneklere yansıttıklarını fark etmek gerek. Örneğin “Sosyal medyaya ve bilgisayar oyunlarına ne kadar zaman ayırıyorsunuz?” sorusu pek çok varsayım içerir ve soruyu soranın zihinsel dünyası hakkında azımsanamayacak bilgi verir. Soruyu soran akademisyen “bilgisayar başında” yapılan her işi aynı sepete atmıştır. Telefonda oynanan oyunla bilgisayarda veya konsolda oynanan oyunu ayırmamıştır. “Sosyal medya”yı herkesin eğlence amaçlı kullandığını varsaymıştır. Günde iki saatini sosyal medyaya ayıran kişiyle günde iki saatini oyuna ayırıp hiç sosyal medyaya girmeyen kişiyi aynı sepete atmıştır vb… Böylece eleştirel düşünmeye giriş dersinde sözünü ettiğimiz “Yazarın varsayımları ve çıkarımları nelerdir?” sorusuna kısmen yanıt aramış olduk.
Yedincisi, sorular arasındaki çelişkiyi görebilmeliyiz. Örneğin ankete göre bin kişinin yüz yirmi dördü Türkiye’de yaşamaktan mutlu değil. Ama aynı bin kişinin yüz yetmiş biri yurt dışında yaşamak istiyor. Bu iki soru raporda arka arkaya gelmiş, yani çelişki cam gibi görünüyor (sayfa 105, 106). Peki, anketi yapan akademisyenler acaba bu çelişkiyi göremeyecek denli bön müdürler? Yoksa tutarsız yanıtlar veren en az kırk yedi kişinin bulunmasını yadırgamıyorlar, bunun anketin güvenilirliğini etkilemeyeceğini mi düşünüyorlar? Bu soruya kendimizce bir yanıt verebilir veya karar vermeyi erteleyebiliriz.
Çelişkili yanıtlar verilmesi, bize bu anketin gerçekleştirilme koşulları ile ilgili ipuçları da verebilir mi? Örneğin çok fazla soru var; deneklere her soruyu yeterince düşünebilecekleri zaman tanındı mı? Soruyu anlamayanlara yardımcı olundu mu? Oturdular mı, ayakta mı idiler? Çay, kahve ikram edildi mi? Yoksa bu anketi İstiklal Caddesi anketçileri sokaktan geçenlere yalvararak mı yaptılar? Kişilere ne yaptıklarının değil, neye inandıklarının sorulduğu, yani zor soruların sorulduğu anketlerde koşullar çok daha önemlidir. Ancak üniversite, ayrıntıların bilgisini bizden esirgiyor. Bu da sekiz.
Şimdi, ilk bakışta önemsiz görebileceğiniz veya ilgisiz kalabileceğiniz bu anketi eleştirel okuyamamanın bize neye mâl olduğunu size göstereceğim.
Yukarıda raporun 88. sayfasını görüyorsunuz. Seçenekler arasında boşanmış kadını görüyoruz ama boşanmış erkeği göremiyoruz. Acaba neden? Soru safsataları bölümünde her sorunun aslında bir önerme olduğuna değinmiştik. Bu soruyu soran acaba şu varsayımda mı bulunmaktadır: “Boşanmış kadınları komşu olarak istemeyenler var ama boşanmış veya bekar erkeği kimse dışlamaz, herkes seve seve komşu kabul eder.” İkinci soru: Sorunun yöneltildiği deneklerden kaçı bizim fark ettiğimiz bu gereksizliği fark etti? Olası yanıt: Eleştirel düşünemedikleri için bu bin kişiden hiç biri bu kasıtlı yönlendirmeyi fark edemedi. Olası bir başka yanıt: Fark eden oldu ama anketi yapan kişi bu seçenek olmadığı için diğer seçeneklerden birini kafasına göre işaretledi/seçti. Olası bir başka yanıt: Anketçi bu durumu not etti ama raporu hazırlayan akademisyen raporda iyi görünmeyecek bu ayrıntıyı yok etti; “sabunladı”.
İşin gerçeğine gelelim. Bu ülkede ev sahiplerinin bekar erkeklere ev kiralamak istemedikleri biliniyor. Bekar erkekler bazı lokantaların aile salonlarına bile alınmaz, 60’lar öncesi ABD’sindeki zenciye yakındır durumu. Öyleyse “bekar erkek” seçenekler arasında yok ise ya akademisyenin dünyadan haberi yoktur ya da kendi ideolojisini ankete yansıtmış ve kasıtlı olarak bu seçeneği kaldırmıştır.
Yine aynı sayfayı eleştirel okumayı sürdürüyoruz. Farklı kimlikle komşu olma sorusu, deneklerin kökenine göre neden ayrılmıyor? Örneğin aynı raporun 16. ve 62. sayfalarında olduğu gibi Kürt deneklerin verdikleri yanıtlar neden ayrılmıyor? Anketi yapanlar, HDP’ye oy verenlerin ne kadarının Kürt olduğunu veya Kürtlerin ne kadarının HDP’ye oy verdiğini değerli bir bilgi sayıyor ama örneğin Kürtlerle komşu olmak istemeyenlerin etnik bilgisini neden vermiyor?
Yine aynı sayfadaki verilere göre “dindar” kişileri istemeyenlerin oranı Kürtleri istemeyenlerin oranına eşit. Ama bu raporu haber yapan Agos, Şalom, KaosGL ve ateistlerin yayın organlarına göre, yani istenmedikleri için yakınan azınlık yayınları bundan söz etmiyor. “Bakın bakın şu hoşgörüsüz Türklere/Müslümanlara, bizi istemiyorlar” diyorlar. Peki bu dindarları istemeyenler kimler? Türkleri istemeyenler kimler?
Yanıtsız bırakılmış pek çok soru var…
-Türklerle komşu olmak istemeyen %4.2’nin, yani 42 kişinin etnik kökeni nedir? Hepsi Kürtse, bu anlamlı bir veri olmaz mıydı? Ya bu %4.2, sayfa 9’da HDP’ye oy verdiğini söyleyen %4.2 ise? Ya da Kürtlerle komşu olmak istemeyenlerin içinde Kürtler varsa bu anlamlı bir veri olmaz mıydı? Bu bilgiler anketi yapanların elinde olmasına karşın rapora koymayıp bizden saklıyorlar!
-Ya bu %4.2, sayfa 12’de Kürt olanların %6.2’nin %68’i ise? O zaman şu sonuç ortaya çıkar: Kürtle komşu olmak istemeyen Türk %20, Türkle komşu olmak istemeyen Kürt %68 olur. Ama verilen yanıtlar etnik köken sorusuyla birleştirilip ayrılmadığı için bu bilgi kasıtlı olarak gizleniyor. Bakın, herkesin verdiği her yanıt adamların ellerinde var. Üniversitenin elinde her bir deneği temsil eden ayrı ayrı formlar var.
Başta yukarıdaki komşuluk sorusu olmak üzere bu anketin sonuçlarından bir kaçı çok okunan gazete ve televizyonlarda manşet haber yapıldı. Bu haberlerde “Türkler şunları komşu olarak istemiyorlar” gibi ifadeler kullanıldı. Dikkat edin, “Türkler” rapor içinde etnik köken olarak sıralanan grupların hepsini değil, yalnızca birini temsil eden bir sözcük. Rapor başında anket denekleri hakkında verilen bilgilere baktığımızda kendini “Türk” saymayanların da olduğunu görüyoruz. Ama Türkiye’de kimlerin yaşadığını hatırladığımızda bir grubun eksik olduğunu görüyoruz: Gayrimüslimler!
Yukarıda on üçüncü sayfadaki bilgiye göre, anketi yanıtlayan deneklerin içinde yalnızca bir kişi Hristiyan olduğunu söylemiş. O zaman eleştirel okur sorar: Gayrimüslimlerin anket örneklemine katılmamasının amacı nedir? Onlar Türkiye’nin bir parçası değil midir? Kadın ve erkek denek sayısı dengelenmeye çalışılmış, her etnik grup ve mezhep temsil edilmeye çalışılmış, her gelir grubu, her il temsil edilmeye çalışılmış, Gayrimüslimler neden dışarıda bırakılmış? Ya diyelim ki gayrimüslimlerin %90’ı Müslümanlarla komşu olmak istemiyorlar ve ankete onlar katılmadıkları için yalnızca Türkler dışlayıcı gibi görünüyorlarsa? Anketi yapanlar Gayrimüslimleri bilerek mi örneklem dışı bırakmıştır? Elbette örnekleme aldıkları etnik köken ve mezheplere yaptıkları gibi, o bilgiyi de gizleyebilirlerdi. Bu anketi yalnızca gayrimüslimlere yapsak ve sonuçları “gayrimüslimler Türklerle komşu olmak istemiyor” veya “gayrimüslimler ötekini dışlıyor” biçiminde haber yapsaydık bizi “ayrımcı” olmakla suçlarlardı herhalde. Şu sonuca varmaktan çekinmeyelim: Eğer bu varsayımsal haberler ayrımcılık olacaksa, bu anketin yapılış ve sunuluş biçimi de ayrımcıdır. Türklerle veya Sünnilerle komşu olmak istemeyen denekleri etnik ve dinsel kökenine göre ayırmamak ve bu bilgiyi gizlemek da düpedüz ayrımcılıktır. Çünkü basın her yıl bu anketi “Türkler ötekilerle komşu olmak istemiyor” veya “Sünniler ötekini dışlıyor” diye sunuyor veya sonuçları bunu ima edecek biçimde yayınlıyor. Bu anketi yapan üniversite, Türklerin ve Sünnilerin aleyhinde bir önyargı oluşmasına bilerek veya bilmeyerek yol açmış oluyor.
Soru sormaktan korkmayalım. Konu ayrımcılık olduğunda eleştirel düşünüre alışkanlık edinmesini önerdiğim bir zihin egzersizi var: Öznelerin yerini değiştirin. Yukarıda bir uygulamasını yaptım.
Bu metni yalnızca bir anket olarak değerlendirdik. Herhangi bir metne yaptığımız gibi, örneğin yazarın seçtiği sözcükleri bu anket raporunda da yorumlayabiliriz. Sözgelimi resmi adı “Adalet ve Kalkınma Partisi” olan ve diğer partilerin aksine kurulduğundan beri hiç değişmemiş olan bir adı Türkçenin kısaltma kurallarına göre AKP diye kısaltmıyor, AK Parti diye yazmayı seçiyor oluşu, bize yazar hakkında bilgi veren minik bir ayrıntıdır.
Buraya kadar eleştirel okuma etkinliğinin türlü bileşenlerini gerçekleştirdik. Örneğin bu metin bir fikirden mi, bir olgudan mı söz ediyor diye sorduk. Metin, var olan olguları saptama iddiasında. Üstelik altında bir üniversitenin imzası var, demek ki bilimsel de olma iddiasında. Bilimsellik ve nesnellik iddiasını ne ölçüde gerçekleştirebildiğini eleştirel düşünmenin ve mantığın temel ilkeleri ışığında inceledik. Şunu da söylemeden geçmeyelim. Metin bir anketin yapıldığından söz ediyor ama anketin yapıldığına yazarın kendisinden başka bir tanık yok. Biz okumamızı anketin gerçekten yapıldığı önermesini doğru varsayarak yaptık.
Metindeki en önemli bilginin ne olduğu sorusuna bizden önce Türk basını yanıt verdi. Türk basını anketin sonuçlarından kendi dünya görüşüne göre önemli olduğunu düşündüğü birkaç veriyi cımbızla çekerek okuyucuya sundu. Haberlerin geneli Türklerin ve Müslümanların hoşgörüsüzlüğü, normal Türklerin eşcinsel düşmanı oldukları, bekar kadınların ne kadar mağdur oldukları gibi yorumlarla dolu oldu.
Böylece basın, anketi kullanarak okurunu yönlendirdi. Ve bilmediklerimiz: Anketi yapanların bu sonucu amaçlayıp amaçlamadıklarını bilmiyoruz. Anketi yapan üniversitenin bu basın şirketlerinin yorumlarını onaylayıp onaylamadığını bilmiyoruz. Anketi yapanların bu haberleri umursayıp umursamadıklarını bile bilmiyoruz. Bilmediğimiz çok şey var ve kimi konuda karar vermeyi ertelemiştik, bir eleştirel okurun yapması gerektiği gibi.
Ama bilmediğimiz bazı şeyleri öğrenmenin şaşırtıcı derecede kolay bir yolu var: Doğrudan sormak! Ben de bunu yaptım ve yukarıda özetlediğim çelişkileri anketi yapan akademisyenlere sordum. Raporda imzası bulunan yedi öğretim üyesinden altısı e-postalarımı yanıtsız bırakmayı seçti. Eleştirel düşünür bilmeli ki, soruyu yanıtsız bırakmak da kimi zaman bir yanıttır. Tepkisizlik de bir tepkidir. İlettiğim sorular ve yanıt veren tek öğretim üyesinin yanıtları şöyle:
Soru: Farklı Kimliklerle ‘Komşu Olma’ İsteği sorusunda sunduğunuz seçenekler arasında “boşanmış erkek” veya “bekar erkek” neden yok? (sayfa 88) Ev sahiplerinin bekar erkeklere ev kiralamak istemediklerini biliyorsunuz. Öyleyse bekar erkek veya boşanmış erkek, boşanmış kadınla birlikte seçenekler arasında neden yok? Bu önemsiz bir veri midir? Yine aynı mantıkla örneğin “eşcinsel” seçeneği sunuluyorken “heteroseksüel”in seçeneklere alınmamasının nedeni nedir? O seçenekte %100 “isterim” sonucu alınacağına emin misiniz?
Öğretim üyesinin yanıtı:
“Bu konudaki önerileriniz için çok teşekkür ederiz, anketi tasarlarken süre ve soru/cevap sayısı göz önünde bulundurulup bazen bazı şıklar dışarıda kalabiliyor. Bu konudaki önerilerinizi önemsediğimizi bilmeniz ister, gelecek yıl yapacağımız araştırmalarda önerileriniz doğrultusunda soruda revizyona gideceğimizi söyleyebilirim.”
Bir sonraki yıl aynı anket yeniden yapıldı ve ilgili soruya “bekar erkek” seçeneği eklendi. Sonuçlar şöyle:
Görüldüğü gibi bekar erkek komşu istemeyen denek sayısı, bekar kadın istemeyen denek sayısından fazla. Bu anket, benim küçük müdahalem sonucunda kadının mağdurluğu efsanesini çürütmek zorunda kaldı. Anket sorularının denekleri nasıl yönlendirdiği ve istenen izlenimi ortaya çıkarmak için nasıl tasarlanabileceğini böylece bir kez daha görmüş olduk. 2018 raporunu üniversitenin sitesinden indirebilirsiniz: https://www.khas.edu.tr/uploads/turkiye-sosyal-siyasal-egilimler-arastirmasi-2018.pdf
Soru: Yine aynı soruda yanıtları örnekleme göre neden ayırmadınız? Örneğin 16. ve 62. sayfada olduğu gibi Kürt deneklerin verdikleri yanıtlar neden ayrılmıyor? Sözgelimi Türklerle komşu olmak istemeyen %4.2’nin etnik kökeni nedir? Bu grup anketin Kürt denekleri olan %6.2’nin %68’i ise, bu anlamlı bir veri olmaz mıydı? Ya bu %4.2, sayfa 9’da HDP’ye oy verdiğini söyleyen %4.2 ise? O zaman Kürtle komşu olmak istemeyen Türk oranı %20, Türkle komşu olmak istemeyen Kürt oranı %68 olurdu. Basın, sunduğunuz biçimiyle anketi azınlık düşmanlığının artması olarak yorumluyor. Ancak bu yargıya varmak için raporda sunmadığınız verinin de dikkate alınması gerekiyor.
Öğretim üyesinin yanıtı:
“Anketten elde edilen verilerden her soruyla ilgili olarak farklı kırılımlar (din, cinsiyet, etnik köken, bölge, yaş, gelir durumu, çalışma durumu, medeni durum, siyasi görüş vb) alabiliyoruz ve bu çerçevede sizin de dile getirdiğiniz kırılımları elde edebiliriz. Fakat takdir edersiniz ki Merkez tarafından hazırlanan özet raporda uzunluk ve anlatım kolaylığı nedeniyle her slayt için benzer bir kırılıma yer vermiyoruz. Araştırmanın tüm verileri gibi bu vb. talepleri araştırmacılar Merkez’den yazılı talep etmeleri halinde (veriyi nerede kullanacaklarını da içeren) verileri hazırlayıp kendileriyle paylaşabiliyoruz.”
Öğretim üyesi verilen yanıtların kişilere göre tek tek dökümünü bana vermedi.
Bu yanıtlardan çıkarılacak iki sonuç var:
- Önümüzdeki yıllarda TSSEA raporlarını inceleyip en azından yanıt veren öğretim üyesinin bu eksik ve kusurların giderilmesi gibi bir kaygısının olup olmadığını izleyeceğiz. Bu konuda karar vermeyi erteledik.
- Karar verebildiğimiz konular da var. Verilen ve verilmeyen yanıtları, raporun basında yer bulma biçimine üniversitenin tepki vermediğini, tekzip yapmadığını değerlendirdiğimizde, basında yer alan “Türklerin hoşgörüsüz olduğu” yorumuna üniversitenin katıldığı sonucuna ulaşmak zorunda kalıyoruz. Bu sonuca ulaşmak için üniversitenin yorumunu beklemek zorunda değiliz. Susmak da bir şeyler söylemektir. Bununla birlikte üniversitenin bu davranışının önümüzdeki yıllarda sürüp sürmediğini izleyeceğiz. Böylece eleştirel okumanın nihai amaçlarından biri olan “Yazar benden ne istiyor?” sorusunu da elimizdeki verileri kullanarak elden geldiğince ölçüde yanıtlamış olduk.
Şimdi, daha önceki yazılarımda yığınların düşüncelerini yönlendirdiğini söylediğim iki kesimin, üniversite ve basının oynadığı bu çocuk tiyatrosunun bize neye mal olduğu konusuna dönelim.
- Anket sorularının yöneltildiği kişiler eleştirel düşünemiyorlar. Gülünç bir biçimde bu bin kişinin yüz yetmiş dokuzu Cumhurbaşkanı’nın “yüksek muhakeme yeteneğine” sahip olmasını istiyor!
- Anketi yapan anketçiler eleştirel düşünemiyorlar. Düşünebilselerdi burada yalnızca birkaç örneği verilen çelişki ve belirsizliklere işaret eder ve kendilerine bu soruları veren akademisyenlerden durumu düzeltmelerini isterlerdi. En azından hazırlanan raporu gördüklerinde burada örneklediğim soruları yöneltirler ve ürettikleri verinin kötüye kullanılmasına izin vermek istemezlerdi.
- Anketi haber yapan basın şirketlerinin okurları eleştirel düşünemiyorlar. Düşünebilselerdi sabıkalı Türk basınının her haberine kuşkucu yaklaşırlar, hele böyle kamuya açık bir rapordan kaynaklanan haberlerin doğruluğunu kaynağına giderek bizzat denetlerlerdi. “Ama buna zamanları yok” mu dediniz? Ne demiştik Eleştirel Okuma: İkinci Ders yazımızda: Geniş halk yığınlarının bilgiyle donanabildiği ve bağımsız düşünebildiği bir dünya düşü, Batı Aydınlanması’nın hiç gerçekleşmeyecek bir düşüdür. Bu mitolojiden kurtulalım. Ve üzerimize düşen görevi yapalım. Enayi yerine konmak ve kendi adımıza düşünüp karar vermekten alıkonmaya çalışmak yeterince onur kırıcıdır.
Anket sorularını hazırlayan öğretim üyelerinin ve üniversite yöneticilerinin eleştirel düşünüp düşünemedikleri konusunda vereceğimiz yargı ise onların niyetleri konusunda vereceğimiz yargıya göre değişecektir.
Hepsini bir cümlede özetleyecek olursak, bu anket özelinde, eleştirel düşünemeyenlerin Türkiye’ye net maliyeti şu olmuştur: Kanıtlanmış hiçbir nesnel gerçeğe ve olgusal duruma dayanmaksızın toplum kesimleri arasına nefret tohumları ekilmesine yol açmış veya izin vermişlerdir.
Şimdi öğretim üyelerinin ve üniversite yönetiminin yaptıkları öbür işlere gelelim.
Hemen 2017’den bir örnek: Kadir Has Üniversiesi öğretim üyelerinden Asker Kartarı ve Ece Güneş Saadetyan’ın (ikisinin de Türk olmaması emin olun rastlantıdır) yine 2017 yılında “İstanbul’da Karma Evlilikler” belgesel filmini hazırladığını biliyoruz. Bu belgeselde farklı dinden ve etnik kültürden kişilerin evlilikleri övülüyor. Bu filmin parası Kadir Has Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Fonu tarafından verilmiş. Yani bu fona gidip “biz farklı kültürlerin nasıl anlaşamadıklarını gösteren bir film yapmak istiyoruz” derseniz geri çevrileceksiniz. Tersini göstermek isterseniz kesenin ağzı açılacak. Bilimsel araştırma fonları dünyanın her yerinde böyle çalışır çünkü. Doğru kabul edilen, iyi bilinen her ne ise, yalnızca o fikirler desteklenir.
Kadir Has Üniversitesi’nin bir “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma Merkezi” var. Şöyle bir sitede gezinirseniz veya merkezin yaptığı yayınlara bakarsanız merkezin tipik haksız kadın kayırmacılığı ve erkek düşmanlığı aşıladığını görebilirsiniz. Yani feminizm. Böyle bir üniversitenin yaptığı ankette “boşanmış erkek”in dışlanıp dışlanmadığı bilgisini araştırması beklenemez elbette. Bekar veya boşanmış erkek bu ülkede ev bile kiralayamıyor ve bunu herkes biliyor. Ama pek bilimsel üniversitemiz bununla ilgilenmiyor.
Kadir Has Üniversitesi’nin sitesinde şöyle bir gezinince Gayrimüslim ve yabancı öğretim üyesi sayısının yüksekliğini hemen görüyoruz. Bu isimler anketin danışma kurulunda olmasalar bile, anketin üniversite yönetiminin onaylayacağı sonuçlar üretmesi gerektiğini kestirebiliriz.
Ve yine Kadir Has Üniversitesi’nin eşcinsellik ve dönmelik savunucusu ve övücüsü KaosGL grubuyla ortak işler yaptığını görüyoruz. http://www.hurriyet.com.tr/kampus/lgbti-bireyler-is-hayatinda-cinsel-kimliklerini-gizlemek-zorunda-kaliyor-41048187
Demek ki üniversitenin basına “yorumsuz” olarak sunduğu ama basının hep aynı yönde sonuçlar çıkarttığı bu araştırma konusundaki planları ve niyetleri konusundaki izlenimlerimiz yanlış değilmiş.
Senin yazılarını okuyunca “şeytan henüz herkesi öldürmemiş” diyorum. Allah’ hamd olsun beni senle buluşturduğu için.
BeğenBeğen